Uslu Ol Cici Kız

Uslu ol(ma) cici kız!
Sıcak bir yaz günüydü ve sanırım on sekiz yıl kadar önceydi. Sırtımda bir bölge kaşınıp duruyordu. Kabarık beyaz bir bölge oluşmuştu. Giyindim, evden çıktım. O zamanlar çok uluslu bir şirkette satış ekibinde çalışıyordum. Neredeyse tüm gün araba kullanmak zorundaydım. Öğle saatlerinde sıcak artınca, cildimdeki rahatsızlık da artmıştı.
Daha fazla dayanamadım ve en yakın özel hastaneden içeriye daldım. Cilt hastalıkları bölümünde muayene olmak üzere randevu istedim.
Özel sağlık sigortam vardı. Elbette hemen bir profesör randevusu ayarlandı.
Odadan içeriye girdim, 50’li yaşlarında bir doktor bana şikayetlerimi sordu. Anlattıklarımı dinlerken ben de hemen omzumun arkasındaki lekeyi gösterdim. Bana muayene yatağına oturmamı ve soyunmamı söyledi. Şaşırmıştım. Başka bir yerimde bir rahatsızlığımın olmadığını ifade ettim. Üzerimde omuzları açıkta bırakan bir bluz vardı.
Bana sert bir dille işime burnunu sokmamamı söyledi. Elim ayağıma dolaşmıştı. Tedirginlikle yatağın üzerine oturdum ve bluzumu çıkarttım. Sesi yeniden sert ama bu sefer biraz da alaycı bir şekilde şöyle dedi: “Neden soyunmaktan bu derece tedirginsiniz küçük hanım? Karşınızda bir doktor var. Size soyunun diyorsam bir nedeni var. Cahilliği bırakın lütfen, üzerinizdekileri çıkartın.’’
Boğazım kurumuştu. İçimden bunu yapmak gelmiyordu. Lakin itiraz etsem azar işitiyordum. Koskoca profesör diyorsa yapmalıydım da…
Pantolonu da mı, diye soracak olduğumda artık dili alaycı bir hale gelmişti.
Ben üzerimde sadece külotumla muayene masasında otururken bu önemli bilim insanı bedenimde dokunmadık yer bırakmadı. Muayene etti ama her dokunuşu sinirlerimi geriyordu. Sonunda yaptığı teşhis beni yerle yeksan etmişti.
“Giyinebilirsiniz. Sırtınızda çok ciddi bir şey yok, mantar olmuş. Asıl sorun cilt kanseri riski taşıyor olmanız. Altı ayda bir kontrole gelmeniz gerekiyor. Reçetenize altı kutu … ilacı yazdım. Bunları kullanın ve güneşten korunun.’’
Dilim tutulmuş, boğazım düğümlenmişti. Birkaç bir şey soracak olsam da oralı olmadı. Kısaca altı ayda bir geleceksin yoksa kansersin, demeye getirdi.
Oradan kendimi nasıl dışarıya attığımı hatırlamıyorum. Birkaç saat arabayı bir yere çekip hüngür hüngür ağladıktan sonra bir ilaç firmasında çalışan arkadaşımı aradım. Başıma gelenleri anlattım. O da bana acele etmememi telkin etti. Önümüzdeki günlerde yeni bir doktor randevusu ayarlayabileceğini söyledi. Benimse bekleyecek hiç halim yoktu. Hemen o akşama Kadıköy Bahariye’de yine cilt hastalıkları konusunda profesör olmuş bir doktordan randevu alındı. Teşhisi koyan profesör olduğundan aynı seviyede bir uzmanlık istiyordum.
Muayenehaneden içeriye girdiğimde dokunsalar ağlayacak haldeydim. Doktor bey bana rahatsızlığımı sordu, anlattım. Bir bakayım diyerek omzumu bir büyüteç yardımıyla inceledi. Ona başka bir doktorun kanser olmak üzere olduğumu söylediğinden bahsettim. Oldukça şaşırdı. Bir önceki doktor sol kolumda beyaz lekeleri kanıt olarak sunmuştu. Hoca güldü ve “Muhtemelen araç kullanıyorsunuz ve güneş koruyucu kullanmıyorsunuz. Bölgesel pigment ölümünü daha ileri yaşlarda görürüz. Siz gençsiniz ama beyaz tenlisiniz ve camdan yansıyan güneş ışığı daha fazla zarar verir. Sırtınızdaki de bir çeşit mantar. Bu solüsyonu kullanınca birkaç güne rahatlarsınız’’ dedi.
Çantamdaki reçeteyi çıkardım ve ona uzattım. Altı adet losyon, şampuan ve birkaç ürünün daha ismi yazıyordu. Muayene edilme biçimimden bahsedemedim. Netice de o da bir doktordu, yine azar işitebilirdim.
Elindeki kâğıdı okurken gülümsedi ‘’İnsan elli yaşından sonra otuz yaşında eş alır, yeni villasının taksitini düşünerek muayene ederse öyle olur’’ diye fısıldadı.
Ofisinden çıkarken teşekkür ettim. Arkadaşımı aradım, ona da teşekkür ettim. Sonra en yakın kız arkadaşımı aradım ve ona ihtiyacım olduğunu söyleyip bana gelmesini istedim.
Ben o gün aynı kişiden iki farklı tacize maruz kalmıştım. Dur diyememiştim, susmak zorunda kalmıştım. “Soyunmak istemiyorum, muayene olmayacağım, bana bu şekilde davranamazsınız’’ diyememiştim. Karşımdaki kişi doktordu, konusunda otoriteydi ve ben çaresizdim.
Birkaç gün önce bunları düşünürken yine bir doktorun yatağında yatıyorum. Nöralterapi uzmanı doktorumdan tiroid ameliyatı sonrasında oluşan travmalar için terapi alıyorum. O gün tüm boğaz bölgeme ve bademciklerime uygulama yapıyor.
Ağzımı açıp ‘’Aaaa’’ dememi istediğinde bütün bedenim geriliyor. Hemen akabinde çeneme öğürmemem için bir akupunktur iğnesi yerleştiriyor. Gerilmemin sebebi ise bambaşka…. Onun ağzıma giren eli beni yedi yaşımda geçirdiğim operasyon anına götürüyor. Sanki yeniden ameliyat oluyorum.
Operasyon odasında muayene koltuğunun üzerinde, ızbandut gibi bir doktorun kucağında oturuyordum. Bana ne yapacaklarında dair zerre kadar fikrim yoktu ve çok tedirgindim. Boğazımdaki et alınacaktı, tek bildiğim buydu. Meraklı bir çocuktum. Bana neler olduğunu söylemeleri için bir sürü soru sorsam da sadece komut alıyordum.
‘’ Otur, birazdan bitecek, uslu ol, sessiz ol, doktor abilerinin dediklerini yap.’’
Kucağında oturduğum doktor abi, elinde bir spreyle gelen doktoru görünce bedenimi adeta bir pranga gibi sıktı. Ağzımı açmamı söylediler ve ben de denileni yaptım. O andan itibaren uzun bir süre ağzımı kapatamadım. Bir dakika kadar sonra elinde makas benzeri bir şeyle üzerime gelen doktor “Uslu ol cici kız, hemen bitecek’’ diyerek o koca makası ağzımın içine soktu. Canım yanmıştı. Bağırmaya, kımıldamaya çalışıyordum ama nafile bir çabaydı. Derken burnumdan olukla sümük boşalmaya başladı. Korkudan öleceğimi zannediyordum. Başıma bir şeyler geliyordu ve bir köşeye sıkışmış hissediyordum. Herkes sessiz olmamı, geçeceğini söyleyip duruyordu.
Sonraki sahnede evdeydim. Sıcacık soba ve karşımda anneannem ve annem oturuyordu. Önümde ılık çay ve un kurabiyesi tabağı vardı. İstediğim kadar yiyebileceğim söylenmişti. Çok mutluydum. Yeni pijamalarım, sıcak bir oda, karşımda benimle ilgilenen iki sevdiğim kadın. Ve benden sadece “konuşmamam” isteniyordu. Konuşmazsam iyileşecektim.
Susmak hiç bu kadar kârlı ve keyifli olmamıştı.
İşte birkaç gün önce doktorum Ayşe elini ağzımdan çektiğinde gözlerim dolmuştu. Ben susmaya o zaman karar vermiş olmalıydım.
Susup uslu olursam takdir edilecek, üstelik bir de ödüllendirilecektim.
O bahsettiğim operasyondan bir iki yıl sonra bu sefer de başımdan ameliyat olmuştum. Yara izinin kapanması için geçirdiğim operasyon sonrası dikişlerden birisi patlamış ve iltihaplanmıştı. Tedavisi çok acı verici ve uzun süreli olmuştu. Pansuman odasındaki doktorlar defalarca ‘’Korkma kızım, canın acırsa bağır, ağla biz sana kızmayız. Canın acıyacak korkma olur mu?‘’ diye telkin verseler de gıkım çıkmazdı.
“Nasıl bir çocuksun sen? Hiç mi ağlamazsın?’’ dedi bir gün hemşire, sadece yüzüne baktım ve yine sustum.
Ben uzun yıllar hep sustum…
Şimdi vücudun duygu deposu ve benim taktığım ismiyle “kara kutusu” tiroidim alındığından bu yana katman katman açılıyor ses tellerim.
Suskunluğuyla konuşan kadın değişiyor, dönüşüyor…
Susmak kabul etmek anlamına da geliyor.
Suskun kalmak…
Bazen sana yapılana, bazen de başkasına yapılana…
Ne zaman dur diyeceğimi öğrenememişim ben çocukluğum boyunca, hatta belki hayatımın büyük kısmında da diyebilirim…
Bu son ameliyat sonrası ayılırken ilk sözlerim acıyor oldu. ‘’Acıyor, canım çok acıyor…’’ Neredeyse elli iki yaşımdayım ve bu kelimeyi ilk defa doğru kullandım. Oysa ‘’Acımadı’’ olmuştu alıştığım ifade uzun yıllar boyunca.
İnsanın sadece bedeni acımaz ki, bazen kalbi bazen ruhu acır ve susar.
İşte bu nedenle taviz tacize kapı açar.
Dur demeyi öğrenmeliyiz ve acıyor, acıdı demeyi…
Belki de şifa böyle başlar…
Bu yazı dizisine birkaç yazıyla daha devam edeceğim.
Ana fikrimiz ‘’ TACİZ’’ yan konumuz ‘’TACİZCİ’’ ve ‘’ KORUMA ÇEMBERİ’’ oluşturmayı konuşacağız. Belki buradan bir sosyal sorumluluk projesi doğururuz hep birlikte olduktan sonra tedavi etmek yerine olmasına dur demeyi öğrenebilir, öğretebiliriz.
Ruhsal, psikolojik, sözlü, fiziksel ve cinsel taciz konularında bir dosyayı açıyorum izninizle.
Konuşamadığımız, içimize attığımız bu konular bir yerden fışkırarak çıkıyor karşımıza ve hayat susamayacağımız şekilde servis ediyor farkındaysanız. Çünkü çok uzun süredir susuyoruz. Bundan böyle “Dur” demenin , konuşup rahatlamanın ve suçun biz de olmadığının beyan zamanıdır.
Sizden de bu konuda paylaşmak istediklerinizi, bahsetmemi istediklerinizi kendi isminiz, takma isim ya da anonim yazarak yorumlarda paylaşmanızı istiyorum. Birlikte güçlüyüz. Biz kadınlar ayağa kalkıyoruz. Oturmak isteyen kendisi bilir, biz ilerleyeceğiz geleceğimiz, bizden doğan-doğmayan çocuklar ve doğmamış torunlarımız için yeni kodlar gireceğiz yaşamın ortak alanına.
Sevgimle Meltem
Sosyal Medyada Bu Yazıyı Paylaşabilirsiniz