Bu İçeriği Paylaş
Anaokulunda öğretmenlik yapan bir arkadaşım sohbetimiz sırasında çocukları anlatırken onların çok güzel ifadelerini aktardı. Bir konudan bahsediyorduk belki de sorumluluktu yada farkında olmaktı, şimdi hatırlayamadığım. Çocuklar sınıfın içinde koşar ve biz “koşmayın sınıfın içinde” deriz, onlar da “ben koşmuyorum öğretmenim ayaklarım koşuyor” derler, dedi. “Ne ilginç tıpkı biz yetişkinler gibiler, demek ki bu kodu sonradan edinmiyormuşuz” dedim.
Biz de böyle yapmıyor muyuz?
Ben ne yapayım, kader… Ben mi yaptım? …yüzünden oldu. Hep senin yüzünden
Çocukken de aynıymışız – ayaklar koşuyormuş hep, bunu anladık.
Neden böyle acaba?
Hayat içinde olanı anlayabilmek için yansımalara kısacası diğerlerine ihtiyacımız var.
Başkalarını suçlamak
Yani bu tıpkı Ünal’ın deyimi ile “aynada ki sivilceyi sıkmaya çalışmamız” bu örneği çok severim. Sivilcemizi fark etmek için elbette aynaya ihtiyacımız var yani hayat içinde bir hali, olayı yada olanı anlayabilmek için yansımalara kısacası diğerlerine ihtiyacımız var.
Konunun tespitini yaptıktan sonra operasyonu da hala aynaya yani karşımızdakine yapmaya çalışmamız nafile bir çabadan ve enerjimizi tüketmekten başka bir işe yaramıyor. Çocukken “ben yapmıyorum elimde değil” ifademizi benim değil ya da sorun bende değil sende-onda olarak geliştiriyoruz.
Aynada seyrettiğimiz kendimiz isek ki başka bedenlerde görünen ama bize bizi anlatandır her yansıma… E o zaman ifademiz de kendimizedir, diyebiliriz.
Ne diyorduk hatırlayalım: “Hep senin yüzünden”, “Bana böyle davranmaya hakkın yok”, “Sen beni hiç sevmedin ki”, “Sana bu kadar emek verdim bu muydu hak ettiğim”, “Beni aldattın, kandırdın, kırdın, üzdün”. “Sen … olmayı hak ediyorsun”. “Dolandırdın, kazıkladın”. “Şunun yüzünden iflas ettim”, “Bunun yüzünden büyüyemedim”, “Şöyle olduğu için boşandım”.
Uzatmaya gerek yok, yaşarken hepimizin en kolaya kaçtığı yerdir, karşımızdakini ya da üçüncü şahıslara anlatırken ikinci şahısları suçlamak.
Kendini kurban görmek
Beni bu tespitin altındaki halimiz ilgilendiriyor.
Buraya kaçma isteğimiz bizi ezer, öfkelendirir, sindirir, kilitler, engel koyar bir sonraki adıma ve belki de yaşadığımız sürece güven duygumuz eksilir. Oysa olayların karşısında değil de içinde olduğumuzu ve bize olan hayrını göremeyiz. Yani bilerek yaptığımızı iddia etmiyorum. Bilmeden yaptığımız bu kaçış, adım atamaz hale getirir bizi de yinede ‘’ben yaptım, ben istedim’’ diyemeyiz.
Günün sonunda bu ürünler niye satılmadı diyen müdüre “bilemiyoruz efendim bir haftadır kimse kek yemiyor” diye cevap verip vitrinde bir haftadır ölmüş sineği fark etmeyen satış elemanı kadar sorumsuz bir davranış sergilemekle aynıdır, yukarıda anlatmaya çalıştığım hallerimiz.
“Bu hayat neden böyle bilemiyorum, vallahi ben istemedim gelip vurup gidiyorlar, bu kader hiç benden yana olmadı zaten” diyen kendini kurban gören bir bakış açısının sahibinin duası da kabul olmaz.
Niye olsun ki, baştan inanmadığı gibi derdi değiştirmek ve iyileştirmek değil aslında sadece suçlamak.
Hz.İsmail’in kurban olarak istenmesi kısmında kalmış, Onun kurban edilmediğini, en kıymetli olanın da hiç hesapsızca verilmesi ile nefsin kancalarının kolayca atabileceğine için değil de benim canımın parçasını isteyen bir Yaradan var, anlayışını benimsemiş olan yanımız, bence bu şekilde davranmamıza yol açan.
Aldığımızla değil de bizden alınanla ilgilenen, sanırım bize bunları yaptıran.
Belki de oyun alanını kullanıp oynamak isterken bir yandan da kural istemiyoruzdur, tıpkı çocukken yaptığımız gibi.
Nedeni her ne ise bilemiyorum, ama sanırım öğretmenden azar işitmeden oynamamıza yarayacak olan tek tavır, koşanın biz olduğumuzu idrak ederek yaşamak.