Bu İçeriği Paylaş
Yüzünüze az önce yediğiniz simidin susamlarından bulaşmış olsa ve karşınızdaki arkadaşınız da size “Ağzının kenarında susam kalmış,” dese, ilk olarak ne yaparsınız? Elinizi yüzünüze götürürsünüz. O anda o da size “Sağda, biraz daha aşağıda…” diye yönlendirme yapar örneğin. Bir iki el hareketinden sonra susamlar düşer ve “Geçti mi?” diye sorarsınız. Bu küçük hikâyede arkadaşınız o anda size kendinizi görmeniz için yardım etmiştir. Ya da çantanızda bir aynanız varsa, belki onu çıkartıp kontrolü sağlamak da isteyebilirsiniz.
Ancak arkadaşınızın size yaptığı bu yardım sayesinde farkında bile olmadığınız susamlardan yüzünüzü temizlemiş oldunuz. Bir anlamda sizin için ayna görevini üstlenmiş oldu.
Kendimize çeki düzen vermek, nasıl göründüğümüzü kontrol etmek için aynaları kullanırız. Öte yandan bir metafor olarak ayna, insanın kendi iç dünyasına bakmasına işaret eder. Buradaki bakma eylemi, kişinin kaş, göz ya da saçını görmesinden çok kendi duygu ve düşüncelerinin farkında olabilmesiyle ilgilidir. Tıpkı yüzümüzdeki susam tanelerinin farkına varabilmemiz için yardım eden arkadaşımızın yaptığı gibi bazen de insanlar bize duygu ve düşüncelerimizi yansıtırlar. Onlara bakar ve gördüğümüz her neyse onu ifade ederiz. Başkaları da bize aynısını yapar.
Bu durumun yarattığı bir çelişki vardır. O da dış dünyadan gelen bildirimlerin her birinin doğru olduğunu varsaymamız ya da mükemmel bir hale gelmeye çalışmamızdır.
Bizi ilk yönlendirenler ebeveynlerimizdir. Sonrasında toplumun bize pay biçtiği rol modeli üzerimize giymemiz olasıdır. İnsanın sıklıkla kendisine, “Ben neye ihtiyacım olduğunu bilmiyorum,” demesi ya da “Ne yapmalıyım?” sorusunu sormasının altında yatan sebebi; aynasının kendisine dönük olmamasıdır. Birilerini mutlu etmek ya da onların gözünde kusursuz olmak için verdiğimiz çaba nedeniyle bazen gerçekten kim olduğumuzu ya da olmak istediğimizi es geçebiliriz.
Kendi potansiyelimizi, isteklerimizi veya gitmek istediğimiz yönü keşfetmemiz için çevremizdeki aynalara bakabiliriz. Bununla beraber o aynaların bize yansıttığının ne kadarının gerçekten bizi anlattığını bilmemiz için arada sırada da olsa aynamızı kendimize döndürmeliyiz. Aynamız kendimize dönük olmadığında ya da kendi iç dünyamızla yüzleşmeye cesaret edemediğimizde çoğunlukla dış dünyanın onayına muhtaç hissederiz.
Gelelim görmek ve görülmek konusuna. Görmek ya da görülmekten hangisini ilk sıraya koyuyorsak, kendimizle olan ilişkimiz bu minvalde şekillenir. Karşımızda olan bitenin bizim üzerimizdeki etkisinden çok, o olanı değiştirmeye çalışmak yanılmamıza yol açar. Olduğumuz halimizle kabul görmeyeceğimiz algısı dış dünyaya uygun bir maske/kimlik oluşturmamıza neden olur. Toplumun biçtiği rollere girme çabası iç dünyamızda engellenmişlik hissi yaratır. Bunun sonucu da dışlanma korkusuyla hareket etmek ve iç sesimizi bastırmak olur. Üstelik insan, çevresi tarafından dışlanacağı korkusuyla yaşadığı baskı nedeniyle öfkeli bir ruh haline bürünür. Bunun yanında bir anlamda kendini feda ettiği için karşısındakilerden de fedakârlık görmek ister. Bununla beraber insan, dış dünyadan onay almak için kendine büyük bir baskı uygular ve asıl ihtiyaçlarını erteler. Bu durumdan çıkmak için aynamızı kendimize döndürmeliyiz. İç dünyamızda olagelenlere cesurca bakmak, önemli kararları alırken irade göstermemize de yardımcı olur.
Peki, dış dünya dediğimde aklınıza neler geliyor?
Aileniz?
Sosyal çevreniz?
İş arkadaşlarınız?
Çoğu zaman kararlarımızı netleştirmemizin önünde duran engel ya da uygulamak için bir adım atamamamızın en büyük nedeni kaybetme korkumuzdur. Kaybedeceğimiz ise çoğunlukla başkalarının bizim hakkımızdaki düşünceleridir. Kendimize samimi olmak ve ne istediğimizi netleştirmek için aynamızı içimize çevirmeliyiz.