Bu İçeriği Paylaş
Doğanın Sesine Kulak Ver!
Yazının ilk bölümünü okumadıysanız lütfen önce onu ( https://meltemreyhan.com/cadiligin-bilinmeyen-tarihi/ ) okuyunuz.
Cadılık ve kötülük yapmakla suçlanan 500.000 kadının katledilmesinin sebebi olarak gösterilen veba salgını biterken Avrupa, sömürgeleri üzerinden zenginleşiyordu. Aslına bakarsanız belirli bir sınıfın gücü artıyordu.
Kapitalist sistemin yeni kurulan çarklarında tarımsal üretimin alaşağı edildiği, köylerin gönüllü olarak boşaltıldığı dönemde sanayileşme üzerinden ilerleyen ve sosyoekonomik yapıya sirayet eden kadın algısını destekleyici düzenlemeler sözlü anlatımla aktarılan destanları deforme ederek ilerletildi.
Mitler ve masallar, sanal dünya ortaya çıkmadan önce en güçlü algı yönetim sistemi olarak kullanıldı.
Şunu diyebilirsiniz; “Meltem, daha öncesinde kadınlar değerli miydi ki, cadı avıyla birlikte değerlerini yitirdiler?” Buradaki hedef başlangıçta kadınlar olsa da doğaya yönelik saldırıyı göz ardı edemeyiz.
Katolik kilisesinin başlattığı, özgürleşme ve öze dönme iddiasıyla ortaya çıkan Protestanlığın da sessiz kalarak desteklediği bu süreçte, Avrupa sadece kadınlara değil, iş ve işçi gücüne de bakış açısını tamamen değiştirdi.
Köylüler, işçiye dönüşürken uzun çalışma saatlerinin sonucunda elde ettikleri gelirle ancak karınlarını doyurabiliyordu. Doğa katledilirken kurulan fabrikaların atıkları etrafa zehir saçıyordu.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, dünyanın en büyük devletleri tarafından ciddiye alınmayan bir iklim krizi yaşıyoruz. Doğaya hükmedebileceğini düşünen inançla, doğayla birlikte hareket eden inancın savaşında şimdilik kazanan hükmedebileceğini düşünenler gibi görünüyor.
Cadılığın tarihini yazarken algımızı şekillendirenler; onlar hakkında anlattıkları hikâyelerde; isyankâr, düzene karşı gelen, kötülük odaklı bir imaj çizdiler.
Günümüzde statüko karşıtı, ataerkil düzene, konformizme karşı duruşuyla isyan akımının dışında kalan “yeni bir kadın (cadı)” hareketinin yeniden filizlendiği söyleniyor.
Bugün yenilen cadılık algısında; farklı olan, marjinal olan, ana akımın dışında kalan hareketler yer alıyor.
Bu akımların temsilcilerinin; doğaya, insana, canlı olana saygı ve ortak kaynakların eşit paylaşımı için verdiği mücadelenin ikonik sembolü ise İsveçli aktivist “ Greta Thunberg”.
Okullarda iklim protestolarını başlatan bir kız çocuğu da “Eko Feminist” akımların bir sembolü olmaya aday gibi görünüyor. Çevrecilerin büyük bir kısmının kadınlardan ve kadınlara saygı duyan erkeklerden oluşması bir tesadüf olmasa gerek.
Eko Feministlerin iddiası şudur; insanın kültür nedeniyle doğaya hâkim olma çabası, ilk eşitsizliktir.
Muhakeme, hekim, hâkim eril sözcüklerdir.
Erkek, akılla, kültürle ilişkilendirilir. Kadın ise duyguyla ve doğayla özleştirilir.
Her birimizin dişil prensip olarak tanımladığımız doğayla olan ilişkimizi gözden geçirmemiz belki de kadınlara bakış açımızı yenilememiz, geleceğimizi daha güvenli hale getirebilir.
Kadınlar dönüşürse, toplumlar dönüşür.
Kova çağında ihtiyacımız olan bakış açısı; bireysel sorumluluklarımızı almamızın, toplumsal refahımızı oluşturacağıdır.
Sevgimle
Meltem
2 Comments
Hülya Korkmaz
Sevgili Meltem Hanım rehberliğiniz ve yolumu aydınlattığınız için sonsuz teşekkürler en derin sevgi ve saygılarımla…Sizi seviyorum.
Yourmlar kapatıldı