Bu İçeriği Paylaş
Bu başlığı yazdıktan sonra annemi aradım. Amacım önce kendime bakmaktı. Ben nerde şımarıktım diye sordum. Aldığım cevap biraz şaşırttı. Sen şımarık değildin, olmayacak şeyi istemezdin dedi. Anneme yapmamış olsam da benim de şımarık olduğum yerler var, onları da yazının sonunda anlatıyor olacağım.
Şımarıklığın tanımına beraber bakalım. Türk Dil Kurumu’na göre toplum kurallarına ve yaşına uygun davranmayan kişilere şımarık denir. Bu kişiler elindekilerle yetinmez ve hep daha fazlasını isterler.
Büyümek istemeyen kızıma…
Bir yıl önce büyük kızım üniversiteden mezun olmuş, stajını tamamlamış kısa süreliğine yanıma gelmişti. Biraz tavırlı halleri dikkatimden kaçmadı. Neyin var diye sorduğumda sen beni yurt dışına tatile göndermiyorsun diye söylendi. O an seslenmedim, üstüne bir gece beklemeyi tercih ettim. Sonraki gün gel biraz konuşalım dedim. Asık suratla yanıma oturduğunda başladım anlatmaya. Halimi, ahvalimi izah ettim baktım anlaşılmıyorum resti çektim.
Yıl başına kadar kendi mesleğinde bir iş bulup çalışmaya başlamazsan senden desteğimi çekeceğim, İstanbul’dan buraya döneceksin. Burada da boş durdurmam bulduğun işte çalışacaksın. Yeter bu kadar şımarıklık dedim. Belli etmemeye çalışsam da bedenim tepeden tırnağa titriyordu. Böyle bir çıkışı beklemediği her halinden belliydi. İmkân dahilinde istekleri yerine getirilmiş bir çocukken hatta öyle kalmaya hevesliyken, yetişkin olduğunun hatırlatılması O’nu sessizleştirdi. Aynı evin içinde iletişim kurmadan geçirdik.
Ertesi gün gelip dizime yattı. Ben onun mis kokulu saçlarını okşarken konuşmaya başladım. Anne kuşlar uçabilecek yetkinliğe ulaşan yavrularını yuvadan atarlar. Kendi kanatlarıyla uçsunlar diye. Kendi kanatlarınla özgürce uç, üret, kazancınla yaşa, deneyimlerini biriktir yine gel dizime yat, saçını okşarken bana anlat. Ben buradayım deneyimlerini dinlemeyi heyecanla bekliyor olacağım dedim.
Birkaç ay sonra, haftaya işe başlıyorum bana dua eder misin? dedi. İlk maaşını alınca, o gün iyi ki bana yeter bu kadar şımarıklık dedin ben şimdi çok iyi hissediyorum diye yaşadıklarını anlatmaya başladı.
O’nu ben doğurmuş, büyütmüş, yetiştirmiştim ama artık kucağıma sığmıyordu. Peki hayat öyle mi? Hayatın kucağı öyle geniş ki, beni besle sar sarmala diye talep ettiğimizde hayır demeyecek kadar da cömert. O, bundan böyle hayatın da kızı ve hayat benden daha zengin.
Bir an önce büyümek isteyen kızma…
İşten çıkıp da otobüsün gelmesine az bir zaman kala, küçük kızım bana makyaj silme pamuğu alır mısın? diye yazdı. Telefona bakarken otobüsü kaçırmamak için cevap yazmadım, yapmadığım şey değil çünkü otobüsü kaçırmak.
Eve geldiğimde isteğinin yerine getirilmemiş olması ve mesajının görüldü yapılıp cevap yazılmaması gerekçesiyle göz devirip oflamasına eşlik eden atarlı adımlarla odasına girmesi sanki aynı anda oluyordu. Hatta, büyüdüğünü ama gece geç saatlere kadar izin vermeyişimi de araya sıkıştırıvermişti.
Hepsini bir arada yapabilişine şaşırmıştım. Neden istediği şeyi alıp getiremediğimi, mesajına cevap yazamama sebebimi, eve dönüş saatini neden erken tuttuğumu, akşama yemek yapmam gerektiği için o anda anlatamamıştım.
Yemek hazır diye seslendiğimde yemeyeceğim cevabı aldım. Evin içinde iki kişiydik ve bir sofrada buluşamamıştık. Oldum olası yalnız yemek zor gelir bana. Bunun üzerine odasına gittiğimden büyük büyük laflarını işittim. O içini boşaltıp sakinleşmeye geçtiğinde sıra bendeydi.
Madem makyaj yapacak, geceleri geç saatlere kadar dışarda kalmak isteyecek ve bana böyle laflar edecek kadar büyüdün bir zahmet alışverişini de kendin yap. Aaa yeter bu kadar şımarıklık canım, şimdi gelip sofraya oturuyorsun ağız tadıyla yemeğimizi yiyoruz deyiverdim. Yemeğimizi yedikten sonra O’da bende dersimizin başına geçtik.
Ertesi gün gelip bana sarıldığında, büyümek makyajla, hesap sormayla, iğneli laf söylemekle olmaz. Büyümek sorumluluk almak ve bu sorumluluğu yerine getirmekle, kendine yetmekle olur. Senin sorumluluğun derslerine çalışmak, bana büyüdüğünü göstermek istiyorsan çalış ve kendine yetebilmek için hazırlan dedim. Hala kucağıma sığıyorken boynunu koklaya koklaya öptüm. Hayat anaya bir kız daha yetiştiriyorum, kucağıma sığmadığında hayatın kollarına teslim edeceğim.
Aradan zaman geçti kadınlar günü geldiğinde kızlarımdan bir buket çiçek aldım. ‘Bu kadar güçlü bir kadın olup desteğini hissettirdiğin için sonsuz teşekkürler anneciğim’ yazıyordu. Oysaki onlarla büyüdüm, onlarla güçlendim. Tek fark onlar çocuktu ben anneydim.
Büyümekle büyümek istememek arasında gidip gelen arkadaşıma…
İletişim halinde olduğum bir arkadaşım, bilgisayarını yanına alıp yaz boyu kıyı sahillerinde kamp kurarak hem çalıştı hem hobisini yaşadı. Bir gün mesajında mesai saatlerinde, kamp alanında bilgisayar başında çalışmak bende baskı oluşturuyor aklım hobimde kalıyor dedi. Mesajı dinledim ama hemen cevap vermedim. Çünkü nasıl anlaşılacağımı bilmiyordum. Sonra başka cevap bulamadığımdan aklımdakini ses kaydıyla gönderdim.
Nasıl anlaşılacağımı bilmiyorum ama gönlümden geçen cevap bu. Sen benim hayallerimi yaşıyorsun. Bilgisayarımla hem gezip hem çalışmak benim en büyük hayalim. Her gün aynı yere bağlı kalmak da beni baskı altında hissettiriyor ama mecburen geliyorum, çıkıp gidecek cesaretim yok, ayrıca imkânım da kısıtlı. Senin bu deneyimi yaşayacak imkânın, cesaretin var. Mesai bittiği anda hobini yapabileceksin. Hep hobi hep hobi olmaz ki canım yeter bu kadar şımarıklık, biraz da şükretsen nasıl olur? dedim.
Şükür ki anlayışla karşıladı ve hayatın O’na sunduğu imkanlardan keyif almaya niyet ettiğini yazan bir mesaj gönderdi.
Büyümenin biteceğini, büyüdüğünü zanneden kendime…
Bir gün Meltem Hocam ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalı, sen söylediklerini kendine duyurabiliyor musun? ona bak demişti. Yaklaşık bir yıl boyunca yeter bu kadar şımarıklık diye diye yakınımdakilere ayar çekmiştim de kendime bakmamıştım hiç.
Büyük kızıma kendi kanatlarınla özgürce uç diyordum, özgürdüm ama evden işe, işten eve gidip gelirken ağzımla şikâyet etmesem de içten içe hayıflanıyor istediklerimi yapmıyordum.
Küçük kızıma senin şimdiki sorumluluğun ders çalışmak diyordum, öğrenilmiş bilginin uygulama sorumluluğunu alıp yazabildiğimi öğrendiğim halde yazmaktan uzak duruyor bahaneler üretiyordum.
Arkadaşıma O’nun gibi çalışmanın hayalim olduğunu söylerken, anlaşılmadığımı ve baskı altında olduğumu hissettiğim iş yerine sırf alışık olduğum ve oradan çıkacak cesareti bulamadığımdan zoraki gidiyordum.
Evden işe, işten eve hayat tarzı, yazabilecekken yazmamak için bahane bulmak, iyi hissetmediğim ama bildik tanıdık iş yerinde çalışmak benim konfor alanımdı. Konfor alanında ısrarla kalmak istemek de şımarıklık değil miydi?
Sonunda yeter bu kadar şımarıklık diyerek kendime de ayar çektim. Deneyim dolu bir geziye katıldım. Yazmak için bilgisayarın başına geçtim. Cesaretimi toplayıp sözleşmeli çalıştığım kurumdan, kendi kadroma geçmek için istifa ettim. Anladım ki büyümenin sonu yokmuş.
Konfor alanından çıkmak istemeyişim, hayata güvenmeyişimi ve kontrolcü yapımı gösteriyordu. Halbuki ben de hayatın kızıydım. Ve onun kocaman şefkatli kucağında bana da yer vardı. Bunu hatırlayana kadar biraz zaman geçti.
Peki ya hiç sizin de şımarıklık yaptığınız oldu mu?