Bu İçeriği Paylaş
Çalışan biri olarak bazı uzun işlemler gerektiren şeyleri hafta sonuna bıraktığımdan kızımın istediği kakaolu keki yapmak için cumartesi günü mutfaktaydım. Kek yapmanın neresi uzun diyenler olacaktır. Bana göre uzun. Malzemeleri tamamla, hazırla, fırına koy, pişmesini bekle ve tam zamanında fırından çıkar. Hafta içi vakit olmuyor.
Fırının elektronik göstergelerinin hepsi yanıyordu ama işlevine engel olacağını öngöremedim. Son günlerde hava şartlarından dolayı sık sık elektrik kesintisi olmaya başlamıştı, kısa süre içinde elektrik akımı gidip gelince böyle oldu diye düşündüm. Hazırladığım kek malzemelerini karıştırmadan düğmeleri çevirdiğimde fırının iç ışığı yanmamış ve ısı yükselmemiş. Fark edene kadar çoktan keki çırpmıştım.
Google’dan birkaç tamirci numarası buldum. Bazı telefonlar açılmadı, bazıları meşguldü, iki tanesi ‘bu gün gelemeyiz randevu oluşturalım ‘dedi. Bekleyecek zamanım yoktu. Aslında benim olsa da kekin yoktu. E ne olacaktı şimdi?
Fırın kullanma kılavuzunu açtım. Dijital saat ayarlanmadan çalışmazmış, öyle yazıyordu. Tuşlara bastım işlemedi. Okuduğum arızalar, fırınımdaki arızayla uyuşmuyordu. Youtube da araştırmaya başladım. Böyle durumlarda fırın içi şalter atabiliyormuş, fırını prizden çekip kabloyu takip ediyormuşuz ve bittiği yerde arka kapak altında iç şalter oluyormuş.
İş başa düştü. Alet çantasını yanıma alıp, mutfağın ortasına çektiğim fırının yanına oturdum. Alyan anahtarlarını tek tek denedim. Kapak açıldı. Şalteri gördüm de öyle yukarı aşağı hareket eden bir düğme göremedim. Kabloları oynadım. Kapağı kapattım. Tedirginlikle beraber umutla fişi prize taktım. Dijital saat çalışmaya başlayınca güncelledim, ısı ayarını yaptım.
Evdeki imkânlarla elimden geleni yaparken, çalışabileceğine inandığım fırınımla sabırla uğraşmış yeni bilgiler öğrenmiş, alet edevat kullanmadaki el becerimi görmüş, çözüm aramadaki zekâmı kendi kendime takdir etmiştim.
Tahammüllün ilacı sadeleşmek
Sabır koşulları, olan biteni anlayıp, var olanı kabul ederek elinden geleni yapmaya çalışmaya devam etmek demek çünkü.
Elbette bir de bunun doğru olmadığı haller var. Örneğin bazen kurumuş bir çiçeği sulamaya devam etmek, ona bakım vermek, yeşereceğini umut etmek nasıl da beyhude bir çabadır. Beyhude çabanın sonunda ortaya çıkan hoşnutsuzluk haline gösterdiğimiz tahammül değil midir?
Uzun zamandır sadeleşme konusu üzerinde çalışıyorum. Buradan öğrendiğim en önemli şeylerden biri, alan temizliği. Yani, artık işlevi bitmiş, vaktini tamamlamış olanı yaşam alanımızdan çıkarmak.
Ummak, öyle sanmak, ümit etmek, tahammül etmek, katlanmak… Bir gün hayal ettiğimiz gibi olacağını, bu halin geçip gideceğini beklemek. Sonunda kurumuş çiçekle bakışmak.
Vaktinde iyi olan ve iyi hissettiren artık iyi hissettirmiyorsa, kullanılmıyor ama bir gün kullanılır düşüncesiyle baza altında duruyorsa, kenarı hasar almış tabak sırf takım bozulmasın diye kullanılıyorsa alandan çıkma zamanı gelmiştir.
Sabrın tarifi, aldığı kadar şikâyetsiz çaba ve bir tutam inanç
Randevu oluşturup tamircinin gelmesini bekleseydim kek karışımı bozulacak en sonunda çöpü boylayacaktı. Kekin beklemeye tahammülü yoktu ama başından geçek işlemlere sabrı çoktu.
Yumurta, un, şeker ve diğer malzemelerin karışımından sonra aldığı hal ve bu hali ile sıcak fırında şekilden şekle girişi, hatta istenilen şekilde olması için kalıba konuşu sonunda beklenen oluş haline gelebilmek için başından geçen işlemlere sesini çıkarmayışı sabır değil de nedir?
Çok istediğimiz keki yemek için cumartesiyi beklemek sabrın en güzel hallerinden biri değil mi? Beklerken gerekli malzemeleri hazırlıyor, teknoloji muhalif olduğunu gösterircesine arıza çıkardığında o inançla iktidarın kimde olduğunu hep hatırlatmak. Şikâyetsiz çabanın adı da sabır, sürece inanmanın adı da.
Fırını tamir edebileceğime olan inancım ve sabırla uğraşmam, kekin başından geçenlere gösterdiği sabır birleşince ortaya çıkan lezzet harikaydı. Sanki ben ustaydım o da eserimdi.
Bizler de hayatın derleyip toparladığı, çırpıp karıştırdığı, bazen kalıba koyduğu, pişirdiği kek gibi değil miyiz?
Peki, hayat bizim ustamız mı?
Oluş halimize giden yolda başımıza gelenlere tepkimiz tahammül mü? Sabır mı?
Asıl mesele ustayla eserin eş zamanlı sabrı mı?
Ne dersiniz?