Bu İçeriği Paylaş
Sanayi ürünleri her ne kadar beslenmemizi kolaylaştırsa da, aynı zamanda bizi rahatsızlıklarla tanıştırdı. Sanırım önümüzdeki yıllarda sağlıklı kalmak, beslenmekten önemli hale gelecek.
Gıda maddelerinin raf ömrünü uzatmak, tatlarını bağımlılık yapar hale getirmek ve daha fazlasını tüketebilmemiz için fiyatını ucuzlatmak adına kullanılan teknikler; bizleri doğaya yaptıklarımızla aynı sonuca götürüyor.
Denizlerin ağır metallerle ve plastik atıklarla dolması ve adeta dünyanın çöplüğü haline gelmesi ve de insanların kanlarında gittikçe daha çok kimyasal maddenin akması birbirine paralellik gösteriyor.
“Biriz, bütünüz, doğanın parçasıyız” diyoruz. Dolayısıyla, doğayı kirletirken elbette kendimize de yapacağımızı yapıyoruz.
Birkaç önemli katkı maddesi ve kullanıldığı alanlardan bahsetmek istiyorum. Uzun yıllar boyunca demir, B12 ve çinko eksikliği yaşamış birisi olarak, bu sorunun çözülmesi için verdiğim emeğin sonunda -neredeyse elli yaşımda- ince bağırsağımla tanışmış olduk. Kendisi sindirimin bir numaralı aktörüdür. Sindirim dediğimiz konu hayatta kalmamızın temel eylemi olduğuna göre; ince bağırsağımızın bizim için önemini uzun uzun anlatmama gerek yoktur, diye düşünüyorum.
Sindirim ağızda başlar ve tüm sinyaller buradan beyne ve onun aracılığıyla sisteme aktarılır. İşte bu nedenle ne kadar iyi çiğnersek o derece iyi sindirim sağlarız. Bu söylediğim sadece midenin üzerindeki yükü almamıza yönelik olarak söylenen “sıvı hale getirene kadar çiğneyiniz” uyarısı değil.
Bununla ilgili iki önemli konu var:
- Özellikle karbonhidratların sindirimi ağızda başlar. Mide karbonhidratla ilgilenmez, sadece proteinle beslenir. Bu nedenle diyetlerde mutlaka protein, özellikle de hayvansal protein önerilir. Bilhassa et midede en uzun süreyle kaldığı için tokluk hissi verir. Ancak, karbonhidratlar sadece mide asitlerince işleme tabi tutulur ve sindirim için on iki parmağa gönderilir. Burası ince bağırsağın başlangıcıdır. Birçok kişinin mide ülseri bu noktada başlar. Aslında bu durum, ince bağırsakta bir sorun olduğuna işaret eder.
- Tat alma reseptörlerini harekete geçiren glutamatın algılanması için, ağızda tükürük salgısıyla uyarılması gerekir. Yani, çiğnemeden yutarsanız tat alamazsınız. Ne yediğinizin de bir önemi kalmaz. Faydalıyla faydasızı ayırt edemezsiniz.
İnsanın tarihsel, biyolojik gelişimi sırasında dişleri küçülmüş ve diş mineleri de incelmiştir. Gittikçe daha fazla çocuk maması kıvamında besinler tüketip, daha az çiğnediğimiz için bu süreç daha da hızlanmıştır. Çiğnemedikçe tat almamız azalır ve sadece midemizi doldurmak üzere besleniriz.
İnce bağırsağımıza geri dönelim.
İnce bağırsak hücrelerinin dış yüzeyindeki villus ve mikrovillus adı verilen çıkıntılar, bağırsakların geniş bir yüzey alanına sahip olmasını sağlar. Mikrovilluslar besin maddelerinin emilimini sağlayan mekanizmalara sahiptir ve bazı maddelerin parçalanmasında görev alan enzimleri barındırır.
İnce bağırsağımıza saldıran bir katkı maddesi tespit edilmiş. Adı Titanyum dioksit olan bu kimyasalın beyazlatıcı özelliği bulunuyor. Boyalarda, kâğıt, plastik ve kozmetik sanayilerinde kullanılıyor.
Bir de nerede kullanılıyor, biliyor musunuz? Biraz düşünürseniz bulacaksınız.
Bu arada kısaca bir şeylerden bahsetmek istiyorum:
Geçtiğimiz dönemde atölye çalışmalarım nedeniyle sıklıkla Avrupa’nın çeşitli ülkelerine ve şehirlerine gittim. Dolayısıyla da oradaki beslenme sistemine dâhil oldum. İnce bağırsağımdaki sorunlar nedeniyle yaklaşık yedi yıldır buğday ve türevlerini tüketmiyorum. Bu konuyla ilgili oldukça da hassasım. Çünkü 44 yaşıma kadar sadece hamur işleriyle beslenmemin sonucunda bağırsağımdaki hasar ciddi boyutlara ulaşmıştı. Yüzümde çillenmenin ötesine geçen lekelenmelerin; besin maddelerinin emiliminde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle yaşadığım kansızlığın, vitamin ve mineral eksikliğinin yanında bir de geniz akıntısı ve bağışıklık sistemimin sıklıkla zayıf düşmesinin de nedeninin bu olduğunu anladığım anda; hemen insanlık tarihinin en eski besin maddelerinden olan buğdayla arama mesafe koydum.
Bununla birlikte, gittiğim ülkelerde insanların beslenme alışkanlıklarına baktığımda görüyorum ki neredeyse sadece hamur işiyle besleniyorlar. Ekmekler şahane, her biri birbirinden güzel, nasıl canım çekiyor lâkin yemem mümkün değil, bedenim hemen tepki veriyor. Son olarak Fransa’da bir ahbabımızla buluştuğumuzda ona da fikrini sordum. Kendisi yaklaşık 3 yıldır orada yaşıyordu: “Burada unlara eklenen katkı maddelerine çok dikkat ediyorlar, belki bu nedenle bir sorun olmuyordur. Hatta senin gibi glütensiz beslenen bir tanıdığımız burada yediği ekmeklerin onu rahatsız etmediğini dile getirdi.” dedi.
Aman Allah’ım, onca güzel ekmekten bir tanesini dahi tadamıyorum! Etrafımda ekmek yemeyen yok ve hiçbirinde bir sıkıntı gözükmüyor.
Yolda yanıma aldığım ders kitabım “Darwin’le Akşam Yemeği” evrimde beslenmenin önemini anlatıyordu. Konu konuya bağlandı ve bendeniz katkı maddeleriyle ilgili araştırma yaparken ne buldum?
Sorumu tekrar edeyim: Bu titanyum dioksit, yani beyazlatıcı, en çok hangi ürünlere eklenebilir?
E171 (Emülgatör Kodu)
Un – Beyazlatılmış un
Şeker – Beyazlatılmış şeker
Pudra şekeri
Sakızlar
Şekerlemelerin beyaz olanları
Beyazlatılmış sofra tuzu
Beyaz ilaçlar
Güneş koruyucuları
Beyaz peynirlerin bir kısmı (Sanayide üretilenler)
Kremalar
Badem şekeri
Beyaz sosla kaplanmış tüm pastane ürünleri
Beyaz soslar
Diş macunları
Nano teknolojik ürünler.
Bu arada önemli bir not eklemeliyim: Vücut tarafından tanınmayan tüm maddeler bir şekilde depolanır ve karaciğer sağlığını zora sokar. Sadece E 171 değil, size ileride bahsedeceğim o kadar çok ürün var ki kaşık kaşık tükettiğimiz…
Tahmin edersiniz ki, Avrupa Birliği’nde Almanya ve Fransa bu maddeyi yasaklamış. Fransa, yasağın çıkarılmasına henüz bu sene karar vermiş. Çünkü bu maddenin kanser yaptığına yeni karar verilmiş.
İnce bağırsağımız çok değerlidir. Sindirim sistemimiz çok değerlidir. Vücuda bakacak, enerji sağlayacak tüm etkinlikler burada oluyor.
Hormonlar | Üretildiği Yer | Etkilediği organ | Görevi |
Gastrin | Mide | Mide | Salgı üretimi |
Sekterin | Onikiparmak bağırsağı | Pankreas, karaciğer | Bikarbonat iyonu ve safra üretimi |
Kolesistokinin | Onikiparmak bağırsağı | Pankreas, safra kesesi | Sindirim enzimi üretimi, safra boşalması |
Enterogastrin | Onikiparmak bağırsağı | Mide | Mide etkinliğini düşürme |
Böylece, ince bağırsağa bir şey olduğunda bütün sistemin etkilendiğini daha iyi anlamış olduk.
Onikiparmak bağırsağınızda sorun olduğunda; bir süre sonra safra kesenizde, pankreasınızda ve midenizde de sorun olabilir.
Şimdi biz ekmeğimize geri dönelim: Ekmeğe de değil, un ve şeker kullanılarak yapılan ve karbonhidrat diye tanımladığımız besin maddelerine. Sanmayın ki sadece E171 ile kurtardık. Anlatacaklarım bittiğinde elinize aldığınız her şeyin içindekileri okuyacaksınız.
Ekmeğin ve unlu mamullerin içine katılan katkı maddelerini öğrenelim. Un değil, ekmek ve unlu mamullerin üretim sürecinde gerçekleştirilen katkılar.
Neden katkı maddesi ekleniyor?
1. Hamurun asidini artırmak,
2. Bayatlamayı geciktirmek,
3. Ekmek hatalarını düzeltmek,
4. Su kaldırma oranını yükseltmek,
5. Hacim artışı sağlamak,
6. Un rekoltesini yükseltmek vs. gibi amaçlar için kullanılmaktadırlar.
Neler ekleniyor?
1. Enzimler
2. E 300-Askorbik Asit (C Vitamini)
3. Bitkisel Yağlar
4. Emülgatörler (E 471- E 477 Mono- ve digliseritler ve modifiye edilmiş formları)
5. E282-Kalsiyum Propiyonat
6. E281-Sodyum Propiyonat
7. E262-Sodyum Diasetat
8. Sirke
9. E260-Asetik Asit
10. E280-Propiyonik Asit
11. E202-Potasyum Sorbat ve E203-Kalsiyum Sorbat
12. E200-Sorbik Asit
13. E283- Potasyum Sorbat
14. Şekerler (Sakkaroz, Maltoz, Fruktoz, Glukoz)
15. E170-Kalsiyum Karbonat
16. E332-Potasyum Sitrat
17. E481-Sodyum Stearol-2-Laktilat
18. E422-Gliserol (Gliserin)
Şimdi bunların içeriklerine de bakalım, öyle değil mi?
Eğer vegansanız veya helal gıda tüketmek sizin için önemliyse buğdayınızı üreticiden alın ve ekmeğinizi kendiniz yapın. Bunu yapamam diyorsanız, üç tane bizzat tanıdığım ve aldıkları unu dahi kontrol eden üreticim var. Onları paylaşırım. Youtube kanalımda bir tanesiyle çekim dahi yapmıştık. Siz de araştırıp, bu emekçi insanları bulabilir; hem onlara hem kendinize faydalı olabilirsiniz.
Sanayide kemik, jelatin ve buna benzer hayvani ürün kullanılan yerlerdeki denetime güvenmeyin derim. Bizzat şahit olduğum durumlarda bazı peynir ve unlu mamul üreticilerinin İslam’da yasaklanmış olan domuz ürünlerini kullandıklarını biliyorum. Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor. Nasıl diye sormayın!
Maalesef birçok üretici ürünleri için “Bitti, elimizde kalmadı” diyemiyor. Herhangi bir ürünün 7/24 tedariği sağlanıyorsa durup düşünmesi gereken üretici değil, onun ürettiklerini alan bizleriz.
Ben bazı dükkanlardan, pazarda tezgahlardan alışveriş yaparken “Bitti, kalmadı, yok henüz çıkmadı” diyen üreticilerin önünde saygıyla eğiliyorum. Daha fazla kâr etmek uğruna kendini kirletmek yerine “yok” diyebiliyorlar…
Bu bölümdeki açıklamaları suffagah.com internet sitesinden aldım.
E 170 Kalsiyum Karbonat:
Hem renklendirici hem mineral tuz. Kaya minerali veya kemikten elde edilir. Diş macunu, beyaz boya, temizleme tozları, bisküvi, ekmek, kek, dondurma, dondurulmuş konserve sebze ve meyvede ve de ilaçlarda kullanılır. Yüksek dozlarda zehirlidir. Safra, böbrek taşı, hemoroit, kabızlık ve fistül kanamalarına sebep olabilir. Ayrıca kemikten elde edilmesi ihtimali, bu katkı maddesini en azından şüpheli hale getirir.
E 471-E477 Mono ve Digliseridler ve Modifiye Edilmiş Formları:
Homojenleştirci(dir). Bitkisel ve hayvani kökenli olabilir.
E 280 Propiyonik Asit, E 281 Sodyum Propiyonat, E282 Kalsiyum Propiyonat, E 283 Potasyum Sorbat:
Koruyucu olarak kullanılır. Doğal olarak mayalanmış gıdalarda, insan teri ve geviş getiren hayvanların sindirim organlarında bulunur. Ayrıca suni olarak etilen, karbon monoksit, propiyonaldehit, doğal gaz, mayalanmış kâğıt hamuru veya çürümüş lif bakterisinden elde edilir. Yaygın olarak ekmek ve un mamullerinde kullanılır.
E 200 Sorbik Asit, E 202 Potasyum Sorbat:
Küf ve mantar koruyucusu olarak kullanılır. Bitkisel kökenlidir. Genel olarak ekmek, yoğurt, hazır pizza, pastalar, kurutulmuş meyveler, hazır çorbalar ve bazı turşularda kullanılmaktadır. En yaygın olarak peynirlerde, özellikle de kaşar peynirlerinde kullanılmaktadır. Küf önleyici özelliği sebebiyle tercih edilmektedir.
E 420 Sorbitol:
Kıvam artırıcı, suni tatlandırıcı ve nem tutucudur. Etli ve zarlı kabuksuz meyvelerden veya sentetik olarak glukozdan elde edilir. Gıda, ilaç ve kozmetik sanayilerinde kullanılır. Bebek ve çocuk gıdalarında kullanmak yasaktır.
E 422 Gliserol (Gliserin):
Kıvam artırıcı, tatlandırıcı ve nem tutucudur. Yağlı renksiz alkol; hayvandan veya bitkisel yağların alkalilerle ayrışması sonucu elde edilir. Petrol ürünlerinden ve bazen propilden sentetik olarak veya şekerden mayalanarak elde edilir. Hayvan kökenli olması ihtimali göz önünde tutulmalıdır.
E 920 Sistein:
Un işleme ajanı(dır). İnsan saçı ve başta domuz olmak üzere hayvan kılı ile tavuk tüyünden elde edilir.
E 924 Potasyum Bromat:
Un işleme ajanı(dır).
E 928 Benzoil Peroksit:
Un işleme ajanı(dır). Unun beyazlaması için kullanılır. Alerjik geçmişi olanlar sakınmasında fayda vardır. Bunun için diyecek söz bulamıyorum: Bu maddenin Avrupa ülkelerinde gıda maddelerinde kullanılması yasak. Türkiye’de E 171 kullanılmadığında bu maddenin kullanılma ihtimali olduğunu düşünüyorum.
Şimdi sonuca gelelim:
Hâlâ beyaz unla yapılmış herhangi bir ürün tüketmek istiyor musunuz? Sorumu daha geniş kapsamlı sorayım: Beyazlatılmış herhangi bir ürün kullanırken eskisi gibi rahat olabilecek misiniz?
Bizi gizlice iştahlı hale getiren meyve şekeri früktoz ile aramıza mesafe koymanın vakti gelmiş olabilir. “Portakal Suyunda Kopan Fırtına” başlıklı yazımda bundan bahsediyorum.
“Peki Meltem, biz bu durumda ne yiyelim?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Hastaneler hem pahalı hem de keyifsiz yerler. Bu yüzden hastanelere düşmeden önce biz çabamızı, paramızı ve zamanımızı iyilikler için kullanalım.
Ne diyorduk?
İyi, beni bulur. İyilerle buluşalım, kendimizi ve hayatımızı iyilerle besleyelim. Biraz emekle köylerden ve vicdanlı üreticilerden çok sağlıklı ürünler bulmamız mümkün. Üstelik bu köy bizim köyümüz olmak zorunda da değil. Köyden kaçıp şehre gelenler olduğu gibi, şehirden kaçıp köye giden şehirli dostlar da var ve onların yetiştirdiği onca güvenilir ve şifalı gıda var ki; mutlaka bir tanesi bize denk gelir.
Sevgimle,
Meltem
İyi, beni bulur. İyilerle buluşalım, kendimizi ve hayatımızı iyilerle besleyelim.
2 Yorum
Nilgün
Ben de hashimoto hastasıyım,10 senedir …Sorunun sadece gluten olduğuna inanmıyorum.Özellikle dayanıklı torbalanmış ekmeklerin kullanılmaya başladığından beri hashimoto salgın hastalık gibi yayılıyor,çocuklarda bile var artık. Katkı maddelerinin asıl rolü oynadığını düşünüyorum.
Begüm G.
İçerik için çok teşekkürler. Acaba son 1 yıldır günün uzun bir kısmında yüzümüzde duran ve soluduğumuz cerrahi maskelerde de ağartıcı kullanım durumu nedir, tuvalet kağıtlarında dahi dikkat eden markalar var ama maskelerde de bu hassasiyetle üretim yapanlar var mıdır acaba? Bu konuda da bir bilenle bizleri bilgilendirirseniz çok sevinirim.
Yourmlar kapatıldı