Bu İçeriği Paylaş
Arife günü, Büyükada’da alışverişimi yapıp Burgazada’ya dönmüş ve taksi durağında sıra bekliyordum. Genç bir çift ve yanlarındaki küçük erkek çocuğu, duraktaki görevliye doğru yaklaştı ve tam önümde durdu. Yuvarlak yeşil gözlükleri, hasır şapkası ve sevimli yüzünü kaplayan ciddi ifadesiyle ufaklık sordu : “ Taksi var mı? ’’. O kadar şirin ama bir o kadar kendinden emin ses tonu, mimikleri ve jestleri vardı ki hayranlıkla onu izlemeye başladım.
Taksi için epey bir zaman sıra beklemeleri gerekecekti. Adadaki üç elektrikli taksiden ikisi bozulmuştu. Bir karar vermeleri gerekliydi. Anne ve baba yürümeye karar verdiler. Ufaklığa da bir açıklama yaparak yanlarına kattılar. Dikkatimi çeken onu kucaklarına almıyor, daha hızlı olması için zorlamıyorlardı üstelik bir gün sonra üç yaşında olduğunu öğreneceğim bu delikanlıya eve taksiyle gidemeyeceklerinin açıklamasını yapıyorlardı.
Gözden uzaklaşana kadar bu aileyi izledim. Oldukça etkilenmiştim. Aslında onların arkasından yürümeyi ve Ralf’in o sevimli cümlelerine kulak vermeyi çok isterdim.
Elimdeki paketler olmasa ben de yürümeyi tercih ederdim ama beklemek zorundaydım.
Taksiden inerken evimin tam karşısındaki apartmanda oturan yazlıkçı ailelerden biriyle karşılaştık. Onların hangi tarihte taşındıklarını, günlük rutinlerini, ne yiyip ne içtiklerini ve hatta nelere kızıp, nelere sevindiklerini sadece ben değil çevre evler de bilir.
Bu dışa dönük ailenin iki çocuğundan özellikle kız olanının adını o kadar sık duyarız ki!
‘’ Deniizz yapma, elleme, gitme, sus, konuşma, dönme, oturma, neden böyle yaptın, söz dinle…’’
Deniz yaklaşık dört yaşında sıkışınca çığlıklar atan tatlı bir kız çocuğu. Annesinin gün içinde adını altı yedi dakikada bir tekrarladığı, yaptığı ya da yapmadıkları nedeniyle sürekli suçladığı bu çocuğa olan dikkatim, yaz başında evlerine taşınırken ortadan kaybolan köpeklerini aramaları sırasında olmuştu.
Hoş o gün dikkatimi çekmese bir gün çekerdi. Annesinin sokağı inleten sesi günlük akışlarından haberdar olmamıza yardımcı oluyor.
‘’ Deniz yapma demedim mi? ‘’
‘’ Deniz senin yüzünden oldu.’’
‘’ Deniz sus, konuşma dedim sana.’’
‘’ Bağırma Deniz, otur Deniz, kardeşine vurma …’’
Hayallerim Ralf’i dinlemek, gerçekler Deniz’in annesi diyerek bayram ziyaretine gelen misafirlerimle birlikte adamızın harika kafesinde bir şeyler içmeye karar verdik. Sokağın ortasına serpiştirilmiş masalardan birine bir güzel kurulup, siparişlerimizi verdikten sonra tam yanımızdaki masada oturan ve bebek arabasındaki yaklaşık bir buçuk yaşındaki kızıyla ilgilenen genç bir baba ve onun arkadaşı olan ve üç yaş civarında bir erkek çocuğunun peşinden koşan bir anneyi seyretmeye başladık.
Deniz ve ailesi misafirlerimin de dikkatini çekmişti. Biz kafeye yürümek üzere evden çıkarken Deniz, annesi ve kardeşi sahile doğru yürüyorlardı. Garson kahvelerimizi masaya servis ettiği sırada yanımızdan geçtiler. Birbirimize baktık ve aynı anda gülümsedik. Deniz ve ailesi hakkında ilk defa konuştuk.
Çocuklu aileler etrafımızı sarmış bir halde geçirdiğimiz bayram tatilinde baş kahraman o ana kadar Deniz olmuştu.
Yaz başında yavru köpekleri Tarçın ortadan kaybolduğunda annesi Deniz’e o derece bağırdı ki elimdeki işi bırakıp pencereye koştum. Neler olduğunu anlamaya çalıştım. Büyük bir hengâme vardı.
‘’ Senin yüzündennnnnn Denizzzzz, seni şöyle yapacağım, böyle yapacağım, gir içeriiiiiii’’
Deniz bağırarak ve çığlık atarak ağlarken, bir yandan köpeği çağırıyor bir yandan da sağa sola koşturuyorlardı.
Onlara köpeği gezdirdikleri yerde aramalarını tavsiye ettim. O gün kurulan pazara gitmek üzere sahile doğru yürüyeceğimi isterlerse benim de aramaya yardımcı olabileceğimi söyledim.
Köpek bir yarım saat sonra evin bahçesinde bir yerde bulundu. Deniz’in yediği azarlar, komşularımın ve benim de bu gürültü patırtıya şahitliğimiz beyhudeymiş. Deniz’i hiç tanımıyorum. Mahallemdeki birçok çocuğun hangi oyunu sevdiğini, neler yapmaktan hoşlandığını merak eder onlarla sohbet ederim. Bana çiçek toplayanları, sahile yürürken yol arkadaşım olanları, bahçeme ziyarete gelenleri olur.
Ama konu Deniz olunca sadece annesinin ona tavrına şahitlik ediyorum. Uzaktan da olsa şahitliğim kadarıyla Deniz baştan suçlu ilan edilmiş, sorun çıkararak dikkat çeken, kendisi değil yaptıkları konuşulan, söz hakkı verilmediği için çığlıklarıyla sesini duyuran bir çocuk gibi görünüyor.
Neyse…
Deniz ve ailesi kafeye oturmadılar. Etrafımızdaki çocuklu aileler aklıma Ralf ve ailesini getirdi. Misafirlerime o minik adamdan son derece etkilendiğimi anlattım.
Biz tam bir konu hakkında konuşmaya dalmışken uzaktan Ralf ve ailesi göründü. Çok mutlu oldum. Oturacak yer bulmak için bakınırlarken arkamızdaki masayı fark ettiler.
Kafenin sahibine kurabiye istediklerini söylediler. Kurabiye kalmamıştı. Ralf kurabiye istiyordu. Ona diğer seçenekleri isteyip istemediğini sordular. Hayır cevabını alınca tek tek her birini gösterdiler. Ralf hepsini reddetti.
Kafenin sahibi beyefendi kurabiye için yirmi dakika beklerlerse hemen fırına koyabileceklerini söyledi.
Annesi bunu Ralf’e sordu ‘’ Ralf kurabiye istiyorsan beklemen gerekiyor. Bekleyecek misin? İstersen kek de alabiliriz’’ Ralf çok netti. Bekleyeceğini söyledi ve tam yirmi dakika gıkını bile çıkartmadı.
Onun şirinliği çevre masalarında dikkatini çekmişti. Bütün sandalyeler ona doğru dönmüştü.
Yan masamızdan bir beyefendi ona adını sordu. Ralf ‘’ Senin adın ne?’’ yanıtını verdi.
‘’ Kirkor. ’’
‘’ Kirkor.’’ bunu birkaç defa tekrarladı.
‘’ Ben altmış yaşındayım. Peki sen kaç yaşındasın?’’
Bay Kirkor soru soruyordu ama sohbeti Ralf yönetiyordu. Üstelik bunu son derece sakin ve şirin bir şekilde yapıyordu.
‘’ Altmış.’’ bunu da birkaç defa tekrarladı. Aklında kalması için tekrar ediyordu. Masada oturanlar sırayla soru sorsa da onun bütün dikkati Bay Kirkor’daydı. Tuttuğu takımı söylemesi için teşvik eden babası dahi dikkatini dağıtamıyordu. Ralf her hamlesinde ne istediğini bildiğini, kararlı olduğunu ve dışarıdan hiçbir unsurun onu etkileyemeyeceğini bizlere gösteriyordu.
O ete kemiğe bürünmüş kararlık enerjisiydi.
Bir kez olsun kurabiyenin ne zaman geleceğini sormadı, sesinin tonunu yükseltmedi, ağlamadı, mızmızlanmadı.
Sadece o değil o anı paylaştığımız diğer masalardaki çocuklarda benzer özelliklere sahipti.
Kendilerini özgürce ifade eden, o küçücük yaşlarında kararlarını almaları için fırsat verilen, öte yandan bazı kurallara uymaları gerektiği de öğretilen bu çocuklar bir yandan da bana karşı komşumun kızını düşündürtüyordu.
Aynı zamanda, aynı mekânda, benzer ekonomik şartlara sahip bu insanların hayata bakış açıları, ebeveyn olma arzuları, öncelikleri, yaşam biçimleri ve genel kültürleri bambaşkaydı.
Ralf ve arkadaşları özgüvenli, kararlı, ne istediğinden emin, kendini rahatlıkla ifade edebilen bireylere dönüşeceklerdi. Zaten şu anda da öyleydiler.
Deniz, değerli hissetmek için nelere tutunacaktı kim bilir? Sorun çıkartmayı daha şimdiden öğrenmişti.
Ailece yaptıkları etkinliklerde dünyanın en iyi annesi ve babasının kendileri olduğunu söyleten ebeveynleri ona sürekli oyuncak, giysi alırken karşılığında seçme hakkı ondan alınıyordu. Onun neye ihtiyacı olduğu, nasıl davranması gerektiği, söyleneni yaparsa onaylanacağı zihnine ilmek ilmek işleniyordu.
‘’Sorun çıkartma!’’ telkinleri aslında ‘’ Seninle sorun çıkarttığında iletişim kurarız.’’ şeklinde dip notlarla veriliyordu. Bundan sebep o da durmadan sorun çıkaran bir yapıya bürünüyordu.
Otorite figürü olan annesine meydan okumaya daha dört yaşında başlamıştı. İtiraz ve isyan kendini değerli hissettirirken, karar alma yetisi hadım ediliyordu.
Ralf ve ailesiyle sohbet bir saatten fazla sürdü. Bu sırada anne ve babasına onun hakkında birçok soru sordum. Hep böyle kararlı mıydı mesela, ne istediğini bilir miydi, hiç ağlamaz mıydı bu çocuk, hiç mızmızlanmaz mıydı?
‘’Ne istediğini bilir, bazen kuralları delmek ister, istediği yapılmazsa mızmızlanabilir’’ dedi annesi ‘’ ancak kurallarımız nettir bu nedenle zamanla öğreniyor nelere hayır dediğimizi veya nelere evet diyebileceğimizi ve biz de onun isteklerine saygı duyuyoruz eğer kendine bir zarar vermeyecekse genelde özgür bırakıyoruz.’’
Onları dinlerken aile modelleriyle nasıl şekil aldığımızı, potansiyelimizi ne şekilde ortaya koyduğumuzu uygulamalı bir derste tekrar ettiğimi fark ettim.
Ralf’in ailesi onun bir birey olduğunu kabul etmişti. Seçme hakkı, kararlarını belli kurallar çerçevesinde uygulama özgürlüğü vardı. Anne ve babası için önceliklerin parayla satın alınabilecekler değil de keyifle deneyimlenebilecekler olduğu çok belliydi. Para onlara hizmet ediyordu. Kısacası konu para ya da ona sundukları imkanlar değildi.
Ralf kurabiyeyi yirmi dakika bekleyen kararlı çocuk olarak hafızamda yerini aldı.
O kurabiyesini yerken bizde hesabı ödeyip oradan ayrıldık. Yol boyunca düşündüm kim kararlarını kendi başına alır?
Çocukken baskıyla büyümemiş, yaptıkları nedeniyle suçlanmamış, konuşmasına kendisini ifade etmesine izin verilmiş, senden daha iyi biliyoruz değil de şartlar bu ya da böyle şeklinde yönlendirilmiş olanlar, bunun yanında seçim yapma hakkı verilenler, sana verdiklerimiz ne kadar değerli değil de sen değerlisin denilenler diye geçti aklımdan.
Deniz ve Ralf aynı zamanda ve belki aynı mekânda başka kodlarla şekillenen çocuklar…
Muhtemelen birisi sahip olduklarına ve sahip olmaya, diğeri deneyimlerine ve keyfini çıkartmaya odaklanacak.
Birisi dışarının yönlendirmesine muhtaçken, diğeri kendi istediğini yapma cesareti bulacak.
Birisi içeride kendisini dışarıda karşısındakini suçlarken, diğeri suçlu aramak yerine yöntem değişikliğine gidecek.
Aynı yolda başka şeyleri seyrederek devam edecekler.
Kim bilir kaç kez karşılaşacaklar adada dolaşırken?
Şimdi sorum şu; karar almakta zorlandığında korktuğun nedir?
- Yanlış anlaşılmak
- Sorumlu tutulmak
- Doğrunun ne olduğundan emin olamamak
- Tam olarak neye ihtiyacın olduğunu tespit edememek
- Sonuçtan emin olamamak
- Sabrının olmaması
- Sabrının sınırlarının olmaması
- Kendi hedeflerini koyamamış olmak
Bunları bir değerlendirmeni tavsiye ederim. Bu konuyu bir videoda bir canlı yayında bir araya geldiğimizde daha da derinleştirir ve netleştiririz.
17 Comments
Kübra
Meltem Hanım harika bi yazı ile günüme daha da tat kattınız. Yüreğinize teşekkürler 🌸 benim de karar alırken yaşadığım zorluklar vardı, yazıdan sonra üzerinde çalısacağım yerleri aydınlattığınız, suan niyet defteri kitabınızı okuyorum. Güzellikler getirsin sevfilerimle ☺️
Gülşah
Eşim aynı Deniz gibi yetişmiş bir insan, şu an 45 yaşında işle ilgili önemli bir karar almaya çalışıyor ama alamıyor, o kadar kararsız ki ben de çekip çıkaramıyorum onu bu kaostan, nasıl düzlüğe çıkıcaz bilmiyorum
Öznur
çok güzeldi ❤️✨
Nevin
Meltem hanım güzel bir gözlem,aktarım.Teşekkür ederim.
cml dsn
Güzel bir yazıydı.. Ralf ve Deniz hikayesini , herhalde ömrümce hatırlayacağım. Paylaşım için teşekkürler.
Sevgi Renda
Doğrunun ne olduğundan emin olamamak bazı durumlarda da yanlış anlaşılmak
Ebru Arısoy
Meltem Hanım, muhteşem aydınlatıcı, düşündürücü ..çok teşekkürler
Melek Bilge Birinci Kola
Çok güzeldi
Eylem
Merhabalar hocam size hayranlığım her defasın da katlanarak artıyor .Siz benim kahramanımsınız.Hep olun farkındalığımız katlanarak artsın.Sizi çok seviyorum 🙏🏻✨🍀✨💙✌️🌸
Anonim
Harika bir yazı teşekkürler paylaştığınız için 🙏🏻🙏🏻
Dilara+Onal
Meltem hocam yine muhtesem bir gozlem ve yazim.kaleminize emeginize agziniza saglik barliginiza sonsuz sukurler olsun.Bende Deniz gibi buyutulenlerdendim.
xxll_aurora_llxx
Çoook güzeldi, ilk kez sizin blogtayım, bayıldım bu yazıya, emeğinize sağlık
Tülay kutluk
Okurken hem keyif aldım hem üzüldüm meltem hanım yillarrrrr öncesine gittim
Yasemin
Anne baba okulu olmalı şu yaşamda,mezun olamayanlar anne baba olamamalı
Anonim
Harika bir yazı hocam yüreğine sağlık
Eğitim eğitim eğitim 💚💛
birsen ayse türköz
çok güzel bir yazı, oğlumun küçüklüğünü anımsattı bana teşekkür ederim…
Ayşe Nur USLUKAN
Emeğinize sağlık, çok teşekkür ediyorum ❤🤗🤗🤗
Yourmlar kapatıldı