Bu İçeriği Paylaş
Coğrafyaların kaderleri vardır. O coğrafya kendine çekme potansiyeli taşıdığı kısmetleri, tehlikeleri ve hediyelerini toplumlara sunar. Bazı coğrafyalardan öfkenin dumanı yükselir, bazısından dinginlik, yenilik, şatafat veya sadelik. Bin yıl geçer, bu akış benzeriyle devam eder. Yönlerinde bu şekilde potansiyeli bulunur. Kuzeyin serinliği sertleştirir, güneyin sıcağı gevşetir. Doğu başlamaya heveslendirir, batı gideni bıraktırır ve veda ettirir. İnsan doğduğu coğrafyada şekil alır, seçimlerini belirler, toplumun ve ailesinin gösterdiğini gerçeklik bilir. O gerçekliğin içinde seçimlerinin kendisine ait olduğuna inanır. Bir su dalgasının akışına uymuş damla misali akar.
Bizim coğrafyamız binlerce yıldır uygarlıklar beşiği olmuş, şekillenmiş, yenilenmiş ama geçmişle bağını tam olarak kuramamış ve inkarı seçmiş bir dokuya sahip. İnanışlarının izinden gitmeyi tercih eden yapıdaki toplumlara ise ev sahipliği yapıyor. Kültürü bir kıyıya koyarak; soyunu, gelişimini ve kendini – bir yemeği tabağın içine kondurur gibi – konduruyor bembeyaz bir sayfaya. Tek inanışı vardı, tek soyu, tek ananesi, tek bildiği… Ve o bildiğinin ötesinde, ona geçmişin ne izi değdi, ne de tozu şeklinde anlatıyor tarihini, yaşayışını. Birdenbire oldu ya her ne olduysa… Geçmişten hiçbir şeyi kabul edemiyor ya kendi tespitinin dışında… İşte tam da bu nedenle Anadolu koymuş yaşadığı toprakların adını. “Geçmişini hatırla” diyor kendi kulağına, toprakla olan bağını hatırla!
Geçmişini onaylayamayan, geleceğini tasarlayamaz.
Hayat, deneyimlerin ışığında yeni bir yol arayışı ile kaderinin kalemini verir insanın eline. Bu nedenle bu coğrafyanın ortak titreşimi şikayettir. Önce kendinden, sonra diğerinden, olandan, bitenden gelecekten, geçmişten. Oysa şikayet ettikçe, şikayet edilecek konulara odaklanır ve onları büyütür insan. Şükür kelimesi ise çoğu zaman ‘’ Buna da şükür’’ tadından öteye gidemiyor. Kabul etmediğin hiçbir şeyle bağını kuramayacağın için onunla bağını kesemezsin de.
Kendi ülkesinden, coğrafyasından , kültüründen, parçası olduğu toplumdan umutsuzca bahseden, kötüleyen bir bireyin kendisine farklı davranması beklenmez. Nitekim her birimiz kendimizden bahsederken, öncelikle geçmişimiz, seçimlerimiz ve hatalarımızdan dem vururak iletişim kuruyoruz dostumuz, arkadaşımız, ailemizle ve geri kalanlarla. Nasıl başaramadığımızı, terk edilişlerimizi, yarıda bırakmalarımızı, umutsuzluklarımızı anlatıyoruz.
Kendi ülkesinden umudu olmayanın, kendinden bir umudu olabilir mi?
Ülke dediğim, toplum dediğim sensin, benim.. Biz biraraya gelip oluşturuyoruz bu unsurları. Çevremi dinliyorum “Bizden bir şey olmaz… Bu yaştan sonra ben… Zaten belliydi böyle olacağı… Beceremiyorum… Yapamıyorum…. Zaten beceriksizimdir…”
Kendi ülkesinin dedikodusunu yapan insanların arasında büyüdük biz. Bundandır ki ilk dedikodusunu yaptığımız yine kendimiziz. Bundandır ki en yakın dostlarımızı sıklıkla aradığımız, ihtiyaç duyduğumuz zamanlar ; kederlerimizi, başarısızlıklarımızı paylaşmak için olur. “ Bu günümde de aramayacaksa, ne zaman yanımda olacak? “
Bu coğrafyada başarıyı alkışlamak zordur, başarısızlıklarda bulur insan kendini kalabalıkların içinde… Başarana iyi gözle bakılmaz. Sürüden kopmuş, havaya girmiş, kendini bir şey sanmış imaları yapılır arkasından… İkinci en önemli dedikodu malzemesidir başkasının mutluluğu, başarısı, ilerlemesi. “ Bak Batılılar nasıl ilerliyor ” diye başlanan söze “ Onlar bizim ilerlememizi istemez ” ile son verilir. Komşular düşmandır, en değerli madenler elden alınmış, denizlerin içine edilmiştir. Bunca tespit ama eyleme geçen var mıdır? Hayır. Konuş, konuş ve sadece konuş…. Estir, yağdır ve sonra otur geçmişin başarısızlıklarından bahset. Özlemin, bir daha ele geçmeyecek giden fırsatlara, çocukluğuna, zamanın akıp gidişine bir şey yapamayışına olsun. Sen bu halde yeni bir gelecek yaratabilir misin? HAYIR.
Savaşlarda, salgın hastalıklarda, depremlerde hatta soykırımlarda bile kurtulan, mucize dediğimiz seçenekle yaşamın kucakladığı insanlar olmuştur, olmaktadır ve olacaktır.
Kendimizi bir felaket senaryosu içinden;kurtuluş senaryosu içine aldığımızda iyi ile buluşuruz.
Astrolojiye olan merakımın ışığında, dönemsel etkileri paylaştığım yazılarımda, bilinemeyen bir olasılığın orada varlığını hatırlatırım. Onca bilgiye, onca incelemeye rağmen hiçbir astrolog kesinlikle bu olacak diyemez. Olasılıkları anlatır. O olasılıkların içinde görülmeyen bir açı vardır. Bu açının adına mucize denilir. Biz de, hayatın içinde onca bildiğimizi, deneyimimizi hatta elimizde bulunan şartları ortaya koyup da; “ sonuç budur.. kesinlikle, mutlaka.. ” dediğimizde oraya yürütürüz kendimizi. Oysa olma olasılığı var evet ama İYİ BENİ BULUR eminliği ile bir kapı açtığımızda, mucize olasılık oradan giriverir. Bunun için bir kaç tavsiyem var.
- Kendini takdir et
- Kendinin ve başkalarının dedikodusunu yapmayı bırak
- Geçmiş başarısızlıklarından, kaybedişlerinden, terk edilişlerinden bahsetmeyi bırak ve bunların sana öğrettiklerini fark et
- Tazenin, akanın, yeniliğin, güzelliğin içinde ol. Parka git, denizi seyret, çiçek yetiştir, kuş besle, hayvanlara yardım et, çocukları sev
- En önemlisi gülümse
- Hayallerinde iyiliğin içinde ol
- Geçmiş başarılarını, sıkıntıdan çıkan o azimli hallerini hatırla. Bir defa yapmıştın , çok defa yaparsın
- Kendi özelliklerini önce kendine öv, taktir et. Sonra da insanlara başarılarını anlat Nerelerden geldin, ne güzellikleri seyrettin anlat
- Başarılı insanları kutla, başarıyı kutla, başarmışa yönel
- Yarıda bıraktığın ne varsa, yarıda bıraktığını itiraf et, özgürleş. Böylece yeniye başlamak için isteğin oluşur.
Hayatla sohbetinde hatırla; burada misafiriz ve ev sahibi bir dediğimizi iki etmiyor. İfadelerimiz ne ise bize onu servis ediyor.
İyi beni bulur…