Yaşamak hayat okulunda öğrenci olmaktır. Öğretmenin yazdığı kitaplar, tabiat kütüphanesinde yer alır. Bu kütüphane insanın bilgeliğinin kaynağıdır ve öğrendikleriniz size hayat hakkında açılım verir.
Ne ile ilgilendiğimiz, neleri merak ettiğimiz, nelerden bahsettiğimiz zihin kabımızın içinde neler olduğunu gösterir. Meraklarımız düşüncelerimizi geliştirir. Düşüncelerimiz sözlerimize yansır. Sözlerimiz yarattığımız etki alanını belirler. Tüm bunlar algılama biçimimizi belirler.
Hafıza düşünülmüş veya deneyimlenmiş olanı hatırlar.
Hafızamızda var olana odaklandıkça eskinin güvenli limanında demirli kalırız. O limana bizi “önyargı” halatları bağlar.
O halatları çözmeden yeni keşifler ve çözümlemelerden uzak kalırız.
Algılama Biçimimiz ve Kapasitemiz Kendi Gerçekliğini Doğurur
Duyularımızın “var” dediğine inanırız. Gördüğümüze, duyduğumuza, dokunduğumuza, tattığımıza, kokladığımıza yani kısacası duyularımızla deneyimlediğimize inanırız. Gözümüzle gördüğümüz dünya dışında bir dünya olduğu fikrine inanmak istesek de illaki kanıt ararız. Peki duyularımız gerçeğin ne kadarına hakimdir, ne kadarına vakıftır? Gerçeğin ne kadarının farkındadır? Gelin birlikte hayvanlar alemine kısa bir yolculuk yapalım ve onları seyrederken bildiklerimize yeniden bakalım, bilgiye tutunan zihnimizin kapılarını biraz aralayalım.
Tabiatta insanın görebildiği renklerle, böceklerin gördüğü renkler farklıdır. Bizim algılayamadığımız spektrumda yaşayan canlılar, insanın göremediği renkleri görürler. Birçok hayvan polarize (yansıyan) ışığı görebilir. Suyun üzerinde ve derinliklerinde ise renk algısı oldukça farklıdır. Suyun derinliklerinde önce kırmızı renk matlaşır ve bazı renkler görünmez olur. Sarı ve mavi ise daha iyi görünür hale gelir. Büyük balıklar ultraviyole renkleri göremezken küçük balıkların çoğu görebilir.
Ultraviyole (mor ötesi) renkler, kelebekler ve böceklerin haberleşme dilini oluşturur. Bizim göremediğimiz ultraviyole renkler onların doğasında dişileri cezbetmek için önemlidir. Kelebeklerin üzerlerinde taşıdığı renkler sonsuz bir skala içerir. Bazı kelebekler bizim göremediğimiz renkleri görürler. Onların gördüğünü bazı kuş türleri de görür ve bu nedenle çiftleşmek için ortaya koydukları renkler onları birer av haline getirir. Birçok memeli, turuncu rengi yeşil olarak algılar. Bu nedenle avına yaklaşan bir leoparın, avı tarafından fark edilmesi biraz zordur. Ağaçların arasına yerleşen yırtıcı yavaşça avına yaklaşır, ta ki herhangi bir ses çıkarana ya da kokusu ortalığa yayılana kadar. Hayvanların kendi bedenlerindeki renkler, yaşadıkları bölge ve yedikleriyle ilgilidir. Onlara bu renkleri veren çiçeklerin amacı böcekleri ve kelebekleri, hatta bazı kuş türlerini cezbetmektir. Çünkü çiçeklerin birçoğu üremek için alemin bu kanatlı varlıklarına muhtaçtır.
Kâinat filminde renk konusu bizim düşündüğümüzden çok daha önemlidir. Her canlı kendi türüne ait özgün bir algılama biçime sahiptir. Birinin gördüğünü diğeri göremezken, birinin duyabildiğini diğeri duymamaktadır. Bu sayede ürerler, avlanırlar, beslenirler ve saklanırlar. Birbirlerinin avı, avcısı, tohum taşıyıcısı, habercisi olurlar.
Bu farklılık insanlar arasında vardır.
Algı, Varsayım ve Zan
Bizim algıladığımızın ötesinde bir dünya var. Hem de çok uzaklarda değil, burnumuzun dibinde. O dünya, karşımızdaki kişinin dünyasıdır. Filmlerde duyarız ya, “biz ayrı dünyaların insanlarıyız.” Bu gerçektir ve bu nedenle birini yanlış anlayabiliriz ya da onu anladığımızda, aslında öyle anladığımızı sanıyor olabiliriz. Yanlış anlama, insanın içine düşebileceği en sinsi tuzaktır. Yanlış anlamaya meylettirense var saymaktır. Var saymanın anasıysa bilgiçliktir. İnsan, bildiğini zannettikçe yanılır; yanıldığını kabul etmediğinde savunmaya geçer ya da saldırır. Saldırı ya da savunmanın sebebi insanın ne düşündüğü değildir. Bildiğinden geri dönmek ona bilgisini kaybetmek gibi gelir. Bu nedenle bilgiçlik taslayanın kulakları duymaz olur, kalbi katılaşır çünkü insanı düşünceleri değil, meseleler katılaştırır. O mesele hakkında öncesinde şekillenmiş zihin esneyemez, esnemek istemez.
Yanlış anlama, varsayım ve zan tuzağına düşmemek için kullanılabilecek en tılsımlı ifadelerden biri, “Olabilir”dir. Olabilir, bir geçiş kapısı gibidir; insanı, inatlaşmaktan ve zihninin sınırlarından özgürleştirir.
Nitekim kelimeler ve kavramlar her birimiz için başka bir anlama çıkar. Kar bir çocuk için oyun, bir şoför için sorun, bir kayakçı için spor, tuz satan bir tüccar için kâr etmeyi çağrıştırır. Özgürlük birimiz için seyahatken, bir başkası için hapishaneden çıkmak, bir diğeri için evlenmek, ötekisi için boşanmak ya da belki eve istediği saatte dönmek anlamına gelebilir. Bu nedenle aynı kelimeleri duyduğumuzda aynı şeyleri düşünmediğimizi hatırlamalıyız.
Konuşuyoruz, anlatıyoruz, anlaşılmak istiyoruz, evet ama biz neyi, ne kadar anlıyoruz?
Algılama biçimleri bizim kurguladığımız şekliyle kişisel evrenimizi belirler.
Algılarımızdan sebep yaşadığımız alınganlık, öfke, kaygı, tedirginlik, gerginlik, utanç ya da adı her neyse o duygunun davranışlarımızı istemsizce şekillendirmesine ve buluttan nem kapıp var saymamıza neden olan düşüncelerimizi ayırt etme becerisini geliştirmeliyiz.
Düşünce tarlamızdaki eğrelti otlarını temizlemek için karşılaştırmalı, anlam bütünlüğüne değer vermeli, bir sonuca gitmek üzere en baştan bir karar verip vermediğimizi fark etmeliyiz.
“Yanlış anlamış olabilir miyim?”
“Doğru mu anladım acaba?”
“Olabilir belki de onun da dediğinde bir doğruluk payı vardır.”
“Yanılmış olabilirim.”
Algılama biçimimiz yargılama biçimimizi şekillendirir.
Yargılarımızdan özgürleşmediğimiz sürece gizlice kurduğumuz özdeşim ilişkisini anlamamız pek mümkün değil. Özdeşim kurmak bazen anlamaya çalışmak, bazen de bizim düşündüğümüzün tersini düşünenle, eleştiri üzerinden bağlantı kurmamız anlamına gelir.
Yargıladıklarımızı yaşamamızın sebebi tam da budur. Burası zihnin meraklandığı, itiraz ettiği ya da çatıştığına odaklanmasına neden olur. Odaklandıklarımız zihin kabımızın içini doldurur. İtirazlarımız bir anda düşünce tarlamıza ekilen birer tohuma dönüşebilir.
Böyle zamanlarda karidesleri, kelebekleri ve böcekleri düşünün. Farklı görme becerileri, farklı spektrumlar, bambaşka filtreler… Biz de tıpkı hayvanlar alemi gibiyiz. Birimizin gördüğünü diğeri görmüyor, birimizin varsaydığından diğeri habersiz olabiliyor. Biri için tamam olan diğeri için noksan kalabiliyor; Ali’nin yazdığını Veli bozabiliyor. “Olabilir” demeli bazen, çünkü olabiliyor.