Bu İçeriği Paylaş
Tarihin 0 noktası olarak tanımlanan Göbeklitepe’ye dünyanın yaşının güncellendiği bir zamanda gittim. Yaklaşık 4.4 milyar yıldan 5.6 milyar yıla çekiliyor. Bilim de kesin bilgi dediğine yeniden bakıyor, benim de kendime ve bu bilgiyi paylaştıklarıma çağrım şu olacak; kendi tarihimize, insanlığa ve inançlarımıza yeniden bakabiliriz.
On gün arayla iki defa gitmiş olmama rağmen her iki ziyarette de aynı detaylar beni derinden etkiledi.
Nedir Göbeklitepe’yi bu kadar önemli yapan?
Dünya tarihini yazanlar için “ Herşeyin sıfırlandığı bir buluşma noktasıdır ” diyebiliriz. O ortaya çıkıp, arzı endam edene kadar tarihi bizim adımıza yorumlayanlar şöyle diyordu;
‘’ İnsanlık bundan yaklaşık 10.000 yıl öncesinde yerleşik düzene geçti. Tarım yaptı ve inanca ihtiyaç duydu.’’
Kısacası önce karnını doyurma derdini bitirdi, sonrasında da “ ölünce ne oluyor, hayat burada bitiyor mu? ” gibi sorularla kendine bir inanç sistemi geliştirdi. Önce doğaya taptı, sonrasında tek tanrı inancıyla buluştu.
Göbeklitepe ’ de farklı olan nedir ?
Bu soruyu yanıtlamadan önce kısa da olsa, Göbeklitepe’ye giden sürece bir göz atalım.
İnsanlığın ilk ortaya çıkışının Doğu Afrika olduğunu biliyoruz. Bir süre sonra – nedeni henüz bilinmese- de hızlı bir şekilde var olduğumuz ana kıtayı hızla terk ederek, Mezopotamya üzerinden dünyanın çeşitli noktalarına dağılıyoruz. Antropoloji ilerleyene ve veriler genetik biliminin de yardımıyla daha detaylı değerlendirilene kadar, yaşamın ilk olarak Mezopotamya ‘da başladığına inanılıyordu. Bugünkü tarihsel ortak bakış açısında, kültürün ve yerleşik düzenin burada başladığı yaygın olarak kabul ediliyor. Burası verimliydi ve atalarımız buraya yerleşmeye karar verdiler. Önce yerleşik düzene geçtiler, onların atıklarından beslenen hayvanlar yakınlarında olmaya başladı ve sonrasında evcilleşti, besin arttı nüfus arttı ve sonrasında kültürlenme hızlandı.
Çok hızlı geçerek bu bölgenin önemine dikkatini vermeni isterim. Bu bölgede çağlar boyu bir uygarlık diğerini yutmuş, sanki medeniyet bu bölgede harmanlanmıştır. Yazının bulunuşu, üç semavi dinin ve kitaplarının ortaya çıkışı, ticaret yolu oluşu vs…
Peki bu bölgedeki veriler nasıl elde ediliyor? Çünkü buralarda sıklıkla savaşlar ve yıkımlar gerçekleşmiş.
1948 sonrasında Arkeolojik kazıların ‘’Verimli Hilal’’ denilen Mezopotamya ovasında hızlandırıldığını görüyoruz. Birçok antik kent, ören yeri araştırmalar sonucunda bulunuyor, tespit ediliyor ve kazılabilenler kazılıyor. Ancak Türkiye sınırları içinde kalan alanların büyük bir kısmı özellikle 1963 sonrasında kazılabiliyor. Onlardan büyük bir kısmının Atatürk barajının etrafında olması siyasi araştırmacıların konusu olduğundan hızlı geçelim.
Göbeklitepe o yıllarda tespit ediliyor ancak orada bulunan 16.yy ’a ait 4 mezar yeri nedeniyle sakıncalı bulunuyor ve bu minvalde kazılmaması gerektiği raporla belgeleniyor. (Bana sorarsanız harika bir Arkeolog olan Prof. Dr. Klaus Schmidt ve ekibini bekliyor) 1994 yılında o ve yanındaki bir arkadaşı yakın bir kazı yeri olan Nevali Çori’yi kazarlarken birtakım ipuçlarını takip ediyorlar. Derken kazılar başlıyor, buluntular onları ve dünyayı şaşırtıyor.
Burasının sadece ibadet için kullanılan dünyanın en eski tapınağı olduğu gerçeği gün yüzüne çıkıyor.
Atalarımız (Yazının başında da kullandığım bu ifadeyi bilerek seçiyorum. Çünkü insanlığın birliğine inanan birisi olarak; orada yaşayanların bir ucunun , dünyada yaşayanların büyük bir kısmına dayandığını düşünüyorum) önce inançlarına emek vermişler. Göbeklitepe’ nin inşası tam tamına bin yıl sürmüş. Bin yılı şöyle bir düşünelim mesela 1018 yılından bu yana olan değişimlerin bir kısmını hatırlayalım. Yakından uzağa gidelim…
İnternet, cep telefonu, elektrik, petrol, uçak, otomobil, tren vb…
Amerika kıtası henüz keşfedilmemiş vb…
Bin yıl boyunca inşa edilmiş bu yapının oluşumunda çalışanlar, tonlarca ağırlıktaki taşları oracıkta taşlardan oymuşlar ama ortalama bir tanesini kaldırmak için dahi 600-700 kişiye ihtiyaç duymuşlar. Suya yakın değiller, herhangi bir yiyecek kaynağı yok. Sadece av eti ve yanlarında getirdikleri suları. Bunca emeğin sonunda tarım yapmaya başlayarak en yakın yerin 4km uzağında yerleşik düzene geçiyorlar. Yani önce manevi dünyaları için emek verip, sonra dünyanın nimetlerine yöneliyorlar.
Bugün tarihe yön verenlerin kurduğu bütün sistemi alt üst eden de bu oluyor.
Benim anlatacaklarım bu tespitlerimin bir adım daha ötesinde olacak. Çünkü aynı tarihi yazanlar; vahşi, kaba ve beynini -modern olarak tanımladıkları- Homo Sapiens kadar iyi kullanamadığı iddia edilen, Neandertal insanının ölülerini gömdüklerini de biliyor. Yani Göbeklitepe’ de, yerleşik düzenden, var sayılan zekadan çok öncesinde de ölüler için tören düzenlendiği biliniyor. İlginç olan bunlardan genel tarih aktarımlarında neredeyse hiç bahsedilmiyor.
Göbeklitepe hali hazırda literatüre girmedi. Yaklaşık 25 yıl önce Klasik Arkeoloji eğitimi almaya başlamamdan 4-5 yıl sonra bu kazı yapılıyor ve 2000’ li yılların başlarında olay netleşiyor. 2017 yılından bu yana okuduğum Antropoloji bölümünde Göbeklitepe’ den hiç bahsetmeden insanlık tarihini incelemeye devam ediyoruz.
Bunlar genel bir bilgi aktarımıydı.
Göbeklitepe’ deki Semboller
Asıl konuya gelelim. Göbeklitepe’ de bulunan tapınağın ortasında iki tane dikilitaş ve çevresinde 12 benzer şekilde yapılmış taşlar bulunuyor. Ortadaki dikili taşların üzerinde işlenmiş bazı figürleri gördüğüm andan itibaren, onların bir sembol olduğu fikri oluştu. Çevremdekilerle paylaştığımda bana pek inanmadılar.
Yılan olarak tasvir edildiği iddia edilen figürlerin ‘’sperm hücresi‘’ tasviri olduğunu düşündüğümü ifade ettim. Tarih genellikle pek sorgulanmadan, anlatanın bakış açısıyla kabul edilen bir alandır. Bu nedenle hem görecelidir hem de anlatanın vizyonuyla sınırlıdır. Ancak dinleyici için sorgulanması sakıncalı görülür. Düz bir çizgiden okumak her zaman daha kolay gelir.
Doğduk, büyüdük, yaşlandık ve öldük…
Oysa dünya tarihini yorumlarken elimizde herhangi bir film kaydı yok. Ulaşabildiklerimizi bugünkü bakış açımızla yorumluyoruz.
İnsanlık tarihi hakkında tüm dünyada olan biteni bütünsel bir anlatımla aktarana henüz rastlamadım. Çünkü, tarih subjektif bir bakış açısıyla, bir anlamda aktaranın ya da yorumlayanın bakış açısıyla oluşur.
Göbeklitepe’ nin bendeki izini paylaşmak isterim…
“Yılan Başlı Adam” Heykeli, ortada büyük iki dikilitaştan birisinin üzerinde olan bitenler ve bir kadının doğum anının resmedildiği söylenen heykelin aynı mesajı verdiğini düşünüyorum.
BURAYA 3 RESİM GELECEK
Yılan başı olarak yorumlanan figürün bir yılana değil, bir kadınla erkeğin birleşme anına gönderme yaptığı hatta o yılanın sperm benzeri bir figür olduğunu düşünüyorum. Aynı sembol dikilitaşta ve doğum yapan kadın figüründe de açıkça görülüyor. Kadının kafasının şekli ile yılan başı çizimi neredeyse birebir aynı. Kadın doğum yapmıyor çünkü doğum sırasında çocuğun önce baş kısmı çıkar, burada ise baş değil iki dikey çizgi görüyoruz, adeta kadının içine birisi giriyor. İlginç bir heykel daha var. Ereksiyon halinde bir erkek heykeli. Bu tarih boyunca sıklıkla gördüğümüz bir figür ancak burada erkeğin penisi sünnetli şekilde biçimlendirilmiş. Bu heykelin resmini Arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt‘e ait kitapta görebilirsiniz.
Bu sembollerle anlatılanların; kadın ve erkeğin bir araya gelişinin gücünü, yaşamın ortaya çıkışını sembolize ettiğini düşünüyorum.
Bu görüşümü ilk ziyaretimde paylaştığımda arkadaşlarım ısrarla bu figürlerin yılan olduklarını ifade ettiler. Evet bu doğru olabilir, ancak bu yorum sadece bize söyleneni anında kabul edip, baktığımızı bu şekilde yorumlamamızla ilgilidir. Yeniden bakılabiliriz, belki de henüz bilmediğimiz bir takım gelişmeler yaşamış olabilirler.
“ Spermi bilmek için mikroskop gerekiyor ” denildi ilk cevapta, evet öyle gerekiyor. Benimki bir hipotez henüz ispatı yok, belki de hiç olmayacak ancak tarihi yeniden yazanlar, bize karanlığın içinde yeniden ışık yakanlar, herkesin baktığı noktaya değil bambaşka bir yere bakmışlar. Öyle olmasa dünya iki öküzün boynuzlarında durmaya devam ederdi.
Göbeklitepe ve çevresindeki kazılar bana “ Önce inandık, hatta yerleşmeden, sürekliliği sağlamadan önce de inandık, sonra yerleşmeye karar verdik ” diyor ve devam ediyor, “ Belki de burası kutsal kitapların, felsefi metinlerin aktardığı bir çok mitin başlangıç noktasıdır’’.
Henüz çözemediğimiz onca sırrıyla daha çok defalar gidip geleceğim Urfa’ya… İnancın, ritüellerin, bir araya gelerek inandığın için emek vermenin başlangıç noktasına …
Atalarımız bize yazdıkları mektupları açmamızı beklemeye devam edecekler, belki de o mektuplar okunması için henüz bir zaman vardır…