Tam merkezimizde, irademizin gücü ile ayırma halinden kavuşma haline geçişimiz kolaylaştırılsın.
Işık ve karanlık kavramlarını iyi ve kötü ile eşleyin, desem. Nasıl eşlerdiniz?
IŞIK = İYİ
KARANLIK = KÖTÜ
Karanlığı ürkütücü olarak tanımlarken, ışığı en güzel ifadelerle anlatırız.
Karanlık ve aydınlığı, iyilik ve kötülük diye tanımlamamızın nedeni, bilmek ve bilmemek olabilir mi?
Yani ışık bize bildirir, bilmemize yardım eder, oysa karanlık bilinmezdir.
Belki bu yüzden ürkütücü gelir.
Oysa körler için böyle bir ayrım yoktur. Yani onlar için karanlık yaşamın ta kendisidir.
Acaba bu yüzden midir, hep gülümsemeleri, kabulde olmaları ve yaşamı bilmek ya da bilmemek diye ayırmadan, kalpleriyle hissetmeleri.
Bizi bilen yapan, zihnimizin bir oyunudur ve neyi biliyoruz?
Doğumumuzla birlikte başlayan, edinilmiş bilgilerin aktarımlarıyla, öğrendiklerimizle birlikte kendi deneyimlerimizi de katarak oluşturduğumuz dünya algısında, iyilik ve kötülük hep savaş halindedir. Nitekim karanlık ve aydınlık örneğinde olduğu gibi bir arada duramazlar.
Tam merkezimizde, irademizin gücü ile ayırma halinden kavuşma haline geçişimiz kolaylaştırılsın.
Kibir
Ancak bu algının dışına çıkalım biraz, tüm bakış açımızı ve sonunda da ödül ya da ceza olmasın.
Biz aşırıya gittiğimizde ve ayırdığımızda hayatı iyi-kötü diye, önce kendimizi sonra çevremizi kamplara ayırırız. Onlar ve ben diye, bu toplumları yönetmenin en kolay yoludur. Aynı zamanda da kişiyi huzurdan alan, katılaştıran bir süreçtir. İnsanın kendini haklı görmesi kibrin ana besinidir. Sanırım bu nedenledir ki tüm öğretilerde kibir en büyük günahtır.
Yani “ben bilirim”, “biliyorum”, “inançlarım” dedikçe, esneyemez insan.
Oysa ışık ve karanlık ne güzel de anlatıyor bizlere, birinin varlığı diğerinin kıymetini arttırabiliyor. Bildiklerimizin aksine ikisi bir arada durabiliyor.
Karanlıkta yaktığınız bir ateşi düşünün, gün boyu ışıktan yorulan gözlerinizin karanlığa nasıl ihtiyaç duyduğunu hatırlayın, ışığın bir bebeği uykusundan nasıl da uyandırdığını ve huzursuz edebileceğini veya içinizde fırtınalar koparken karanlık ve sessiz bir yer arayışınızı hissedin.
Yani bildiklerimizin ötesinde de bir algılayış var.
Kibrimizi yani bilme halimizi bırakarak bakalım hayata.
Aşırı uyaran “ışık”tan yorulup dinlenmek için karanlığa ihtiyaç duyduğumuz gibi, hayatın içinde de zaman zaman negatif diye algıladığımız, bizi farkındalığa eriştiricek unsurlara ihtiyaç duyabiliriz.
Bu negatif unsurlar; elbette, öfke, kin, kan, savaş olmak zorunda değildir, ancak bize; içeriye özümüz, kaynağımıza ve geldiğimiz yeri hatırlamaya yöneltecek haller ve olaylardır.
Karnı tokken bir şey yemek istemeyen insan ancak açlıkla tekrar uyarılır. Burada geçirdiği zamanları sadece keyif olarak algılayanlarla, keyfi reddederek yaşayanların birbirinden farkı yoktur aslında. Taraflar için kendi bildiği doğru bir diğeri ise yanlıştır.
Oysa olan ve olanın anlattığıdır, hayat.
Ben iyiyim, karşımdaki kötü kavramı, bizi öfke ve kine en beteri ise “kurban” rolüne sürükler.
Kurban olduğunu hisseden kendinden vazgeçendir. Kendi istediği biçimi veremeyince hayattan elini ayağını çekendir.
Tam merkezimizde, irademizin gücü ile ayırma halinden kavuşma haline geçişimizin kolaylaştırılması dileğiyle, sevgiler.