Fenâ Makamı ve Nirvana
Çağlar boyu yakın coğrafyalarda yaşayan topluluklar kültürel olarak birbirlerini etkilemiş.
Birisinin kara dediğine, diğeri siyah demiş belki ama özde aynı yere işaret edilmiş.
Ortak değerleri bir araya getirdiğimizde insanlığın ortak dilini daha rahat anlıyoruz.
Bu ortak dili, inancın tarihi izlerini sürerken rehberimiz olabilir.
Bu yazımın konusu olan ‘’ Fenâ’’ makamı ve ‘’ Nirvana’’ arasındaki anlam bütünlüğü tasavvuf araştırmalarımda karşıma çıkan güzel rastlantılardan bir tanesi.
Buda, ” Nirvana” kavramını -mumun sönmesi- olarak betimler.
Literatüre ‘’ aydınlanma’’ olarak giren bu kavramın, ışığın sönmesi olarak betimlenmesi oldukça ilgimi çekmişti.
Nirvana kelime anlamı olarak; sönmek demek.
Aydınlanmak değil yani. Oysa bugün aydınlanmış olmak, bilgiye vakıf olmak, şifreyi çözmüş bir hâlin yansıması olarak anlatılır.
Sönmek kavramını, İslam Tasavvufu aracılığıyla anlamak bizler için daha kolay diye düşünüyorum.
Tasavvuf yaklaşımları, geleneksel İslam felsefesinden farklı olarak batıni öğretiler ışığında şekillenir. Tasavvuf elbette sadece İslam felsefesine ait bir kavram değildir. Her inanışın her dinin batıni yaklaşımları bulunur. Bu kavram batı literatüründe ‘’ mistizm’’ veya ‘’ inisiyasyon’’ olarak da tanımlanır.
İnisiyasyon, bir şeyi başlatmak anlamına gelir.
Yani tasavvuf başlamak anlamıyla da değerlendirilebilir.
‘’ Nihayetimiz bidayetimizde gizlidir.’’
( Sonumuz başlangıcımızda bellidir.) Abdulkadir Geylani.
Tasavvuf evvele yolculuktur. Bu anlamda bir değişim ve dönüşüm arayışından çok, Öz’e yolculuktur. İnsanın nefsinin arzuları ve istekleri nispetinde düştüğü hâllerden, dünyayla kurduğu bağları gözden geçirerek, aslına dönmesidir. Başladığınız hâle dönmeniz için gölgelerinizden geçip yola revan olmaya ihtiyacınız vardır.
Yolda sizi gayrete sevk edecek olan şey niyetinizdir.
Bu nedenle talip olana ilk olarak niyeti sorulur ve çoğunlukla Tasavvuf yoluna instisab edecek olan talibin beşeri aşkı yaşaması istenir.
Neden?
‘’Beşeri aşkı tatmamış olan ilahi aşkla buluşamaz’’ denir.
Beşeri aşkın faniliğini fark edip, suretleri aşabilen yola çıkmaya hazırdır.
‘’ Kayıp giden, sönen şeylere aşık olunamaz!’’
‘’ İnsan sevdikçe bilir’’ der arifler.
Tasavvuf, insanı, Rabb’in yarattığı varlığa içkin manaya muhatap olabilecek bir kulak haline getirir. *
Tasavvuf ne ile meşgul olur?
Meşguliyet ifadesini bilerek kullandım. Sıklıkla ‘’ ben de tasavvufla ilgilendim-ilgileniyorum’’ sözlerini duyduğum zamanlar oluyor.
Aslına bakarsanız tasavvuf ilgilenilecek, ucundan kıyısından bağ kurulacak bir kavram değildir.
‘’ Araştırıyorum, inceliyorum, hakkında bilgi ediniyorum’’ bana kalırsa daha gerçekçi bir yaklaşım olur.
Tasavvuf temel olarak, iyi ahlak üzerine yaşamak olarak tanımlansa da -hakikati- arayanlar ve en derinindeyse Hak ile bir olmaya niyet etmiş olanların, Seyr-i Sülük haline geçişleridir. Bu hâlden hâle geçiş yolculuğunda varılmak istenen İnsan-ı Kamil olabilmektir. Nefsin mertebelerinden geçerek bu hale taşınan kişi ‘’ aslına dönmüş, Allah’tan gelip ona doğru yöneldiğinin farkına varmış olur. Fenafillah denilen bu hâlin içinde dünyaya ait hiçbir şey kalmamıştır. Kabı boşaltmak, ben dediğin, dünya dediğin, eşya dediğin ne varsa gördüğüne inanmayı bırakmaktır.
‘’ Yok olana, ne yukarı var, ne aşağı. Yok olanın ne çabukluğu vardır, ne uzaklığı, ne geç kalmışlığı ‘’ Mevlana
Nefsi bu aşamaya taşımak için uzun bir yolculuğun meşakkatli merhalelerinden geçmek gerekir.
Tasavvufta nefsin katmanları bulunur. Yedi sayısının burada da karşımıza çıkması bir tesadüf değil, tevafuktur.
Nefs-i Emmâre – sürekli arzu eden, isteyen ve her şeye baktığında kendini gören haldir. İsyankâr bir halde isteyen, kötülükle iyiliği pek de ayıramayandır. Sürekli isteme halindedir ve yaptıklarından pişmanlık duymaz. Farkındalığı sadece arzuladıklarındadır.
Nefs-i Levvâme – Levm etmek; kınamak, pişman olmak anlamındadır. Yaptıklarının farkında ve vicdanen bir hal yaşayandır. Lakin bu hal onun pişman olduklarını terk etmesine neden olamaz. Yeniden istek ve arzularının peşine düşer.
Nefs-i Mülheme – Bazı halleri nefsinden temizlemiş, terk ettiği hallerden özgürleşmiş hafiflemiş nefstir. Kalbi olarak rahatlamış olsa da halen içinde nefsin dürten ve isteklendiren taraflarıyla mücadele devam etmektedir.
Nefs-i Mutmainne – Nefs terbiye altına alınmıştır. Madde ve mana bir arada seyredilmektedir.
Nefs-i Râdiye – Olanı, olmayanı bir görme halindedir. İbadeti, gayreti bir yere varma halinden sıyrılmış, hâl içinde kendinden ve akıştan razı bir yaşayıştadır.
Nefs-i Merdıyye- Egosundan arınmış, Allah’tan razı ve Allah tarafından da razı olunandır. Tam bir teslimiyet hali söz konusudur.
Nefs-i Kâmile / Nefs-i Sâfiye – Nefsin tüm hallerinden arınmış, her haliyle güzel olan, yaşayışı bir ibadet gibi olan kişidir.
Fenafillah da denilen ‘’ Fenâ makamı’’ İnsan-ı Kâmil olma haline verilen durumun adıdır.
Vahdet-i vücûd anlayışına göre Fenâ kavramı; maksat ve iradenin Allah’ın iradesinde yok olması, kâinatta Allah’tan başka bir varlığın görülmemesi, Allah’ın dışında hiçbir varlığın tanınmamasıdır.
Buda’nın deyimiyle muma üflediğin andır. Sende, sen zannettiğin, seni yöneten nefsten hiçbir emare kalmamıştır. Adeta kap boşalmıştır.
‘’ La Allah’ın süpürgesidir’’ Mevlana
La, işe yaramayan şeyleri atar. ‘’La’’ yok demektir.
Bu nedenle sufiler için ‘’ La ilahe İllallah’’ asıl zikirdir.
Senden zannettiklerini temizleyip, aslına döndüğün halin adı ‘’ Nirvana’’ dır. Bir gayret, eziyet, çaba kısacası insanın zihniyle değerlendirebileceği herhangi bir hal kalmamıştır.
Her şey Bir’dir.
‘’Fenâ’’ makamından sonra bir makam daha bulunur.
Fenâ makamında boşalan yeri Allah doldurur. Bu makamın adı da ‘’ Bekâ’’ makamıdır.
‘’ Bir hayal bu dünya seni şekillerle kandıran.’’ Mevlana