Bir belgesel seyrederken su kenarındaki ceylanların yanına yaklaşan aslanı izlemek sinir sistemimizi bir anda gerginleştirir. O masum canın gözlerine bakarken kendimizi çaresiz hissederiz. Aslan hamlesini yapar ve avını tamamlar. İster istemez ceylanın yaşadıkları bize kendimizi kötü hissettirir. Bu çoğunlukla böyledir.
Günlerden bir gün, vahşi köpeklerin hayatlarını anlatan bir belgesel izledim. Kalabalık aile, uzun süre avlanamadıkları için açlık sınırına gelmişlerdi. Anlatıcı, minik yavruların birkaç gün sonra açlıktan öleceğini ve ailenin yaşama şansının gittikçe azaldığını bahsediyordu. Oturduğum koltukta kasılıp kaldığımı fark ettim. Sanki o belgesel o anda çekiliyordu ve yavruların çaresizliğini iliklerime kadar hissediyordum. Derken bir ceylan sürüsüne denk geldiler. Ailenin iki avcı üyesi, son enerjilerini kullanarak ceylanlardan birini avladı. Sonraki sahnede minik yavrular karınlarını doyurdular ve annelerinin koynunda uykuya daldılar.
İlk defa ceylanın yanında yer almamıştım. Onun avlanması, o kalabalık aileyi hayata bağlamıştı. Empati kurduğum minik yavruların hayatta kalması için ceylanın ölmesi benim için anlam kazanmıştı. Empati kurduğum taraf değişmişti. Nedir empati? Başkasının duygularını, içinde bulunduğu durumu ya da davranışları anlamak ve içselleştirmek demektir. Bir başkasının yaşadıklarını anlamak için kurduğumuz duygu köprüsü, onu anlamamıza destek olur.
Düne kadar ceylanın yanında yer alırken ne olmuştu da onun hayatına mal olan bu avda taraf değiştirmiştim?
Bu sefer empati kurduğum vahşi yavru köpek yavruları olmuştu. Onları çaresiz görmüştüm. O av, onları hayatta tutmak için gerçekleşmişti. Seyrettiklerimde ölümü değil, yaşamı görüyordum. Empatiyle bağlandığımızda, içselleştirdiğimiz her neyse ona odaklanırız.
Bir yakınımızın kanser olduğunu öğrendiğimizde, onun yaşamına nasıl devam edeceğine, hatta devam edip edemeyeceğine değil de çoğunlukla bunun bir haksızlık olduğuna, hastalığın onun hayatında yarattığı zorluklara odaklanırız. Hastalığı yaşayanla değil de hastalıkla bağlantı kurabiliriz. Sorular döküverir ağzımızdan:
- Neden?
- Ne yapacak şimdi?
- Daha çok erken?
Bir sünger misali emdiğimiz acıları içimize çekerken, o yakınımıza bir faydamız olmadığı gibi kendi hayatımızı da sekteye uğratırız. O hastalıkla ilgili birçok düşünce birden aklımıza yerleşir. Onu anlama çabamız, bir ihtimalin bizim başımıza da gelmesinden endişeye düşmemize neden olabilir. Bazen de anlamaya çalışırken yargılarımız eşlikçimiz olur.
- Dikkat etmedi kendisine.
- Her şeyi kafasına taktı.
- Çok üzüntüler yaşadı, ondan sebep geldi bu hastalık.
Anlamaya çalıştığımız hastalığın neden geldiği olur. Neden olduğunu bilirsek, sanki bize doğru gelirse yolda yakalayabileceğimizi mi düşünürüz? Bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, hasta olana sormamız gereken belki de en önemli soru ‘’Senin için ne yapabilirim?’’ ’’Seni anlıyorum’’ diye başlarız çoğu zaman ve yaşanmış örnekleri sıralarız. Yeni doğum yapmış annenin başına üşüşen kıdemli anneler gibi sayıp dökeriz, yapılması gerekenleri ya da yapılmayacakları. Tam bu noktada aramızdaki duygu köprüsü sallanmaya başlar. Sanki o hastalığı biz yaşıyormuşçasına sahiplenmiş, sağa sola çekiştirip gündemimize almışızdır. Bu durum ne bize ne de karşımızdakine bir fayda vermez. İçselleştirdiğimiz onun acıları olduğunda yaşanan acı azalmaz, tam tersi çoğalır.
Geçenlerde bir hekim arkadaşım, istismara uğramış çocuklarla çalışmak için gönüllülük esaslı çalışan hekim arkadaşlarından teklif aldığını söyledi. Yardımcı olmak istiyordu, lakin çekinceleri vardı. O çocukların hikayelerini dinledikten sonra psikolojik olarak etkileneceğinden ve içselleştireceğinden endişe ediyordu. Benden bu konuda yardım istedi. Uzun yıllardır istismara uğramış çocuklar ve kadınlarla gönüllülük esaslı çalışmalara katılıyorum. Hatta her yıl düzenlenen çocuk çalıştayında, sosyal sorumluluk projelerinde halkın katılımı konusunda konuşmacı olarak yer alıyorum. O çalıştayda paylaşılan örnekler bazen gerçekten de kan donduracak boyutta olabiliyor. Benim de bu konuda çalışan tüm meslek gruplarının ortak yaklaşımı şudur: yaşanana değil, yaşananın sonucunda oluşan yarayı iyileştirmeye odaklanmak. Arkadaşıma şu soru ve sorgulamalardan uzak durmasını önerdim:
- Bir kimse bunu nasıl yapabilir?
- Bunu yapan insan olamaz.
- Bu durum nasıl toparlanır?
- Anlamıyorum, neden?
Bunun yerine, travmayı yaşayan için nasıl bir iyileşme planı uygulanacağına odaklanmak, onun neye ihtiyacı olduğunu anlamaya yönelik bir duygu köprüsü kurmak çok daha sağlıklıdır.
Bir insana yardım etmek için empati kurmak sağlıklıdır, ancak onun acısını içimizde hissedecek kadar bağ kurmak, hayatımıza aynı acıları mayalamaya benzer. Herhangi birisi sizinle duygusunu paylaşırken, onun yaşadığı ruh halini anlamak ve ona destek olmak için harekete geçmek sağlıklıdır.
Karanlık bir odada kalmış bir insanın korkusunu anlamaya çalışmak nafile bir çabadır. Ona ışık yakmak, el uzatmak ya da belki sadece yanında oturup güven vermek, korkusunu neyin sonlandıracağını anladığınızı gösterir.
Neyle empati kuruyoruz, duygularımızı hangi konuya odaklıyoruz?
Sorguladığımız, anlamaya çalıştığımız her ne varsa, duygularımızla bağ kuruyoruz. Bu bağ sağlıklı olduğunda hem kendimize hem de bize ihtiyaç duyanlara faydamız olur.
Eğer içselleştirdiğiniz konunun içine çekildiğinizi, enerjinizin aşağıya çekildiğini hissediyorsanız, niyetinizle kendinize yeni bir bağ kurma haline yönlendirebilirsiniz. Niyet, herhangi bir konuda varmak istediğimiz sonuç ve o sonucun bizim için anlamını ifade eder.
Herhangi bir konuda duygusal olarak aşırıya gittiğinizi, gereğinden fazla içselleştirdiğinizi düşündüğünüz zamanlarda, üzerinizdeki bu etkiyi gidermek için toprak, taş, su ya da ateş gibi elementlerle arınma ritüeli yapabilirsiniz. Suyla yıkanmak, ellerinizi toprağa ya da bir ağaca dayamak, çıplak ayakla toprakta yürümek, kafanızdan atamadığınız düşüncelerinizi bir kağıda yazıp ardından yakmak, tütsü ve aromaterapi yağlarıyla duygu durumunuzu değiştirmek mümkün olabilir. Ritüelinizi gerçekleştirirken ‘’Duygu ve düşüncelerimdeki negatif etkilerden, üzerime sinen korku ve endişelerden arınıyor ve özgürleşiyorum’’ diyebilirsiniz.
Duygularımızı ve düşüncelerimizi birbirimize destek olacak şekilde değerlememiz dileğiyle.