Bu İçeriği Paylaş
Vicdanımızı sızlatan nice olaylarla karşılaşarak yaşamaya çalıştığımız bir dönemden geçiyoruz. Bazen dilimizden dökülen “vicdansız” kelimesi, zalimliğine anlam veremediğimiz birisine karşı duyduğumuz derin bir sitemin ifadesi oluyor. Bir canlıya yapılan zulmün karşısında, savaşlarda hayatını kaybeden masum insanların haberlerini okuduğumuzda kalbimizi ağrıtan o hissin adı vicdandır.
Vicdan kelime anlamı olarak batı ve doğu dillerinde benzer anlamlar taşır. Ortak bilinç, birlikte bilme ve içsel farkındalık demektir. Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca’da vicdanın her bir anlamı tek bir noktaya işaret eder: insan olmanın ortak noktası. Hatta belki buna insanlığın ortak nefesi bile diyebiliriz.
Peki, vicdanımızı ne harekete geçirir? Arthur Schopenhauer, “Vicdan, başkalarının acılarını kendi acımız gibi hissetmemizden doğar” der. Bu söz, vicdanın bizi merhametin kucağına taşıdığını gösterir. Vicdan ve merhamet, ikiz kardeş gibidir. Bir başkasının yaşadığı acıyı yüreğimizde hissettiğimiz o an vicdanımız devrededir; onun acısını hafifletmek için harekete geçtiğimizde ise merhametimiz sihirli bir merhem gibi o yaraya şifa olur.
Günümüzde sıkça dile getirilen “farkındalık”, “birlik”, “bütünlük”, “evrensellik” gibi kavramlara rağmen, hızlı tüketim çağında haberleşme şeklimiz ve üzerimize yağan karmakarışık bilgiler, vicdan antenlerimizi köreltiyor. Bir savaşın yok ettiği insanlarla ilgili haberi aldığımızda, duygularımızın harekete geçmesine bile fırsat bulamıyoruz. Şiddetin normalleştirildiği bu dönemde, suyun içinde yavaşça pişen kurbağa misali, duygularımızla aramıza mesafe giriyor ve farkında olmadan robotlaşıyoruz.
Şiddet dolu içeriklerin altına yazdığımız yorumlarla, belki gün içinde birkaç sohbetimize konu ederek geçiştirdiğimizi sandığımız bu konular, bilinçdışımızda ve sinir sistemimizde birikiyor. Farkındalığın zirve yaptığı bu çağda, aslında farkına bile varamadığımız bir yozlaşmanın tam ortasındayız.
Yıllar önce, sahile vuran Suriyeli bir çocuğun cansız bedeni tüm dünyada infial yaratmıştı. Günlerce, belki aylarca mültecilerin yaşadıklarını dert edindik. Henüz yaşadığımız deprem sonrasında da benzer duygular içindeydik; boğazımızdan lokma geçmedi, gecelerce uyuyamadık, elimizden geleni yaptık. Peki, nereye kadar? Birkaç ay sonra bu acı konu, yaz aylarının gündemine kurban edildi. Birçoğumuz “Artık yeter, içim karardı” diyerek uzaklaştık.
Sadece deprem mi? Hayır. Ülkemizde maden arama ruhsatı verilen yerler, doğal güzelliklerimizin tam kalbinde. Ülkesini sevdiğini söyleyen milyonlarca insan var, ama neredeler? Toprağımız zehirlenirken, bu konudan bahsetmek istemeyen ya da sadece klavyenin arkasından sesini yükseltenlerin sayısı, gerçek anlamda itiraz edenlerden çok daha fazla. Hayvanlarla ilgili konular da benzerlik gösteriyor. Hayvanları sevdiğini söyleyenlerle, vicdanıyla hareket edenler arasında sayıca büyük bir fark var. Eğer gerçekten vicdanımızla hareket etseydik, ülkedeki birçok şey değişirdi.
Peki, biz vicdansız mıyız? Belki de soruyu başka bir şekilde sormalıyız: Vicdanımız ne zaman harekete geçiyor? Harekete geçtiğinde neler oluyor? Vicdanımız, içsel farkındalığımızın durumunu gösteren bir termometre gibidir. Onun ölçtüğü derecede, başkalarıyla olan bağlantımızı ve kendimizle ilgili durumu anlayabiliriz.
Bu, acımaktan çok farklı bir duygu. Acımakta, kendimizi diğerinden biraz da olsa üstün görme, o duruma düşmekten endişe etme ve belki de kendimizi rahatlatmak için yaptığımız bir yardım vardır. Vicdanda ise o acıya kendimizi ortak etmek, gerçekten paylaşmak vardır. Sadece “iyi hisler” peşinde koşanların çoğaldığı bu çağda, başkasının acısına ortak olmaktan korkmak, görmezden gelmek, bana sorarsanız insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. İnsanlığın ortak buluşma noktası, başkasının acısını anlayabilmektir.
İsrail ve Filistin arasında onlarca yıldır bitmeyen savaş, aynı toprakların insanlarının birbirini görememesinden kaynaklı, sönmeyen bir ateş gibi ortalığı yakıp kavuruyor. Bir insanın hayatını kurtarmak için elinden geleni yapan doktorlar, ambulansın geçişi için çırpınanların tek bir amacı var: yaşamın devam etmesi. Oysa bir başka sahnede, yaşamlar bir anda söndürülüyor. Kadınlara, çocuklara, hayvanlara ve doğaya yapılan bunca şiddet, insanlığın karmasını içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.
Peki, kendimizi bu durumdan nasıl koruyacağız? Vicdanımızın sesini nasıl duyacağız ve insanlığımızı nasıl koruyacağız? İşte bu noktada birkaç önerim var. Bu çağda bir sufi gibi, bir zen rahibi gibi yaşamanın bize iyi geleceğine inanıyorum.
Bir Mum Diğerini Tutuşturmakla Işığından Bir Şey Kaybetmez
Her birimiz, bu dünyanın hikâyesinin bir parçasıyız. Vicdanımızı rehber edinerek, daha güzel bir hikâye yazabiliriz. “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” demeyin. Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.
Birlik Duygusunu Derinleştirmek
İçimizde hissettiğimiz o birlik duygusunu derinleştirmek için bir alan seçin. Bu alanda mutlaka birlikte hareket edebileceğiniz, görev paylaşımı yapacağınız insanları bulun. Dayanışma, hem güç verir hem de vicdanımızın sesini daha gür duymamızı sağlar.
Hayvan Hakları İçin Adım Atın
Diyelim ki hayvanlara yapılan insanlık dışı uygulamalar vicdanınızı sızlatıyor ve elinizden bir şey gelmediğini düşünüyorsunuz. Dijital dünyayı bu durumu değiştirmek için kullanabilirsiniz. Bu konuda çalışan insanlara destek olabilirsiniz. Size samimi gelen, eylemlerini desteklemekten mutlu olacağınız kişi ya da derneklerle bağlantıya geçin.
- Gönüllü Olun: Bir hayvana evinizde bakamıyorsanız, maddi olarak da destek sağlayamıyorsanız, barınaklarda gönüllü olarak çalışabilirsiniz. Zamanınızı, enerjinizi ve emeğinizi sosyal medyada tüketmek yerine, ayda bir gün olsun gidip gönüllü çalışabilirsiniz. Hayvan sahibi bir arkadaşınıza yardım edebilir, sokak hayvanlarıyla istikrarlı bir şekilde ilgilenebilirsiniz. Bunu yapamıyorsanız, buu konuda çalışan insanlara başka alanlarda destek sağlayabilirsiniz.
- Sosyal Medyada Destekleyin: Hayvan hakları savunucularının sesini duyurmalarına yardımcı olun. Paylaşımlarınızı bu yönde yaparak farkındalık yaratın.
Eğitimde Eşitlik İçin Katkıda Bulunun
Belki de çocukların eşit şartlarda eğitim alamaması ya da yaşam koşullarının kötü olması konusunda kendinizi çaresiz hissediyorsunuz. Oysa yapabileceğiniz o kadar çok şey var ki.
- Gönüllü Öğretmenlik Yapın: Bilginizi ve deneyiminizi paylaşarak, ihtiyacı olan çocuklara destek olabilirsiniz.
- Bağış Yapın: Küçük meblağlarla bile büyük işler başarılabilir. Aylık 100-200 TL gibi bir miktarın binlerce insan tarafından bağışlandığını düşünün; ortak farkındalığımız, onlarca öğrencinin eğitim masraflarını karşılayabilir.
- Derneklere Destek Olun: Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), Darüşşafaka Cemiyeti gibi kuruluşların çalışmalarını inceleyebilir ve katkı sağlayabilirsiniz. Benim birlikte çalıştığım ve çok da güvendiğim Kız Çocuklarını Koruma Derneği, Umuttan Çocuklar Derneği ve kurucusu olduğum Nar Dayanışma Derneği çalışmalarını inceleyebilir ve içinize sinenlerden birine düzenli bağışçı olabilirsiniz.
Doğaya Saygılı Yaşamı Benimseyin
Belki bir derneğe destek olamayacağınızı, bir hukuk mücadelesinin içinde yer alamayacağınızı düşünüyorsunuz ve doğaya yapılanlara karşı vicdanınız sızlıyor. O zaman siz de kendinizi doğaya daha az zarar veren bir yaşam biçimine adapte edebilirsiniz.
- Doğal Ürünler Kullanın: Kimyasal deterjanlar yerine evde yapabileceğiniz doğal temizlik ürünlerini kullanarak çevrenize örnek olabilirsiniz.
- Plastik Kullanımını Azaltın: Plastik ambalaj kullanımını azaltıp, geri dönüşüme gidecek ürünleri evinizde değerlendirebilirsiniz.
- Enerji Tasarrufu Yapın: Enerji tüketiminizi azaltarak karbon ayak izinizi küçültebilirsiniz.
Küçük Adımlar, Büyük Değişimler
Savaşların bitmesi, kötülüğün son bulması gibi büyük ideallerimiz olabilir. Bu hedefler gözümüzde büyüyebilir, ancak unutmayın ki büyük değişimler küçük adımlarla başlar. Mahatma Gandhi’nin dediği gibi:
“Dünyada görmek istediğiniz değişim siz olun.”